27 Ağustos 2022 Cumartesi

SARAYKÖY'ÜN BİR ZAMANLAR BİR HAVUZU VARDI / Korkmaz Çakar




SARAYKÖY'ÜN BİR ZAMANLAR BİR HAVUZU VARDI / Korkmaz Çakar

Çok güzel bir havuzu ve akşamları havuz sefası vardı Sarayköy'ün. Şimdi de var ama, eski havuzu kaldırdılar, yeni bir havuz yaptılar, onu da kuşa benzettiler. Çok üzgünüm bir Sarayköylü olarak.

Eski havuzun çok hatırası vardır bizde.

Akşamları pamuk çapalarından, işlerinden gelen halk, aileleri ile birlikte havuzun yolunu tutarlardı. Evlerinde, damlarında, tarlalarda sıcakta yanan Sarayköylü, burada su kenarında yudum yudum içtikleri semaver çaylarıyla, soğuk meşrubatlarla serinlerlerdi.

Kimler gitmedi ki oraya;

Ali, Veli, üç ondan evveli, kırkdokuz, elli, Ramazan, Şaban, rahmetlik baban, içimizdeki yaban, komşudaki düz taban, evvel Allah tam tekmil orada alırlardı soluğu!

Gitmeyenler de ertesi gün giderdi, sanki treni kaçırmış gibi.

Ben ilkokuldayken, o havuzu en iyi çalıştıran, işletmesini yapan rahmetli Koreli lakaplı bir Selânik göçmeniydi. Evleri Hamdi Aşyemez’lerin çapraz karşısındaydı. Tatlı dilli, yaşlı bir annesi - babası vardı. Çok severdim.

Koreli, burası için çok para harcadı. Havuzun tam ortasına ışık saçan projektör koydurdu. Etrafını süsledi, yeni masa ve sandalyeler getirdi. Çayları semaverlerde servis yaptı. O zamanlar sosyal olarak gelişmediğimiz için aile yeri ve bekârlar olarak havuzu ikiye böldü.

Yapının üst kısmını da meyhane yaptı. İçenler, *çanlar, sarhoş olup nara atanlar da oraya otururlardı. Oranın dokunulmazlığı vardı, ama kimseyi rahatsız etmezlerdi. Kendileri hariç! Kendileri hariç derken, burada bir hatırayı anlatmadan geçemeyeceğim:

Tanıdık birileri ki, burada isimlerini vermeyeceğim, yoksa beni topa tutarlar! Çok samimi iki arkadaş havuzda içtikten sonra, evlerinin yolunu tutarlar. Tabii ki yürüyüşleri Mehter takımı gibi; iki ileri, bir geri! Birisi istasyonda yani Sakarya Mahallesi'nde, hem de Yıldıztepe'nin tam tepesinde kalmaktadır, diğeri ise Aşağı mahallenin en sonunda.

Birisi diğerine,

-- Le aaakideş, vallaa oomaz, ben seni yalıngız bırakman. Seni isdasyona gadaa götürürün,

der ve Yıldıztepe'ye kadar götürür. Tamam Allah'a ısmarladık diyecekken diğeri;

-- Bak len, yeminler ossung hakkıng geşdi. Bureye gadaa benim içün yoruldung. Hepimiz birimiz içün, birimiz hepimiz içün. Ben de seni taaa evinge gadaa Aşşağı mehelleye gadaa geçircen,

der ve yine,

"Neslin baban ceddin deden,

Pek şanlısın Türk milleti!"

Der gibi iki ileri bir geri aşağı mahallenin yolunu tutarlar.

Şimdiki Sakarya ilkokulu'nun yanına vardıklarında;

Diğeri;

-- Vallaha billaha olmaz! Senin hakkıng geşdiii. Ben de seni Yıldıztepe'ye gadaa geçircen, der.

Yıldıztepe yokuşunu çıkmak kolay mı? Orası ancak birinci vitesle çıkılır!

Böyle sabaha kadar devam ederler. Ezan okunur ama, "Körler sağırlar, birbirini ağırlar" misali, bunlar birbirlerini uğurlarlar. Ailelerinin haberi olur, ama umurlarında değildir! Gün doğumunda en son seferlerinde Yıldıztepe'ye vardıklarında, komşularından destili dümbek (darbuka) isterler. Sakarya mahallesi'nin camisi'nin imamı da burada kalanın komşusudur. İmamı da aralarına alarak zorla, "Halkalı şeker, hasiretlik çeker, çok sallanma sevgilim, cahilim aklım gider." Oyununu oynatırlar.

Aşağı mahallede kalan, Yıldıztepe'dekinin o gün misafiri olur.

Gelelim bizim havuzaaa:

Yaz akşamları buraya anlaşmalı; Aydın'dan, Nazilli'den ve yakın yerlerden yerel sanatçılar gelirdi. Aslında Bunlar profesyonel ses sanatçılarına bile taş çıkartırlardı.

İzmir'den İkiçeşmelik Romanlar’ından da dansözler getirirlerdi. Yerel ses sanatçılarını sessizce dinlerdik. Bizi çok duygulandırırlardı. hem de çok ucuza bir çay parasına burada şarkı, türkü dinler, dansöz seyrederdik.

Profesyonel sanatçıları; Seyhan, Efe ve Ada sinemaları getirse, geceliği en az 10 liraydı! Yani sizin anlayacağınız, bizim gibi züğürtler için burası keseye çok uygundu!

Bu yerel sanatçılar bizi duygudan duyguya sürüklerlerdi. Duygusal şarkı ve türküleri birbiri peşine sıralarlardı:

"Ay Beyaz, deniz mavi oynayın kızlar,

Yarinden ayrılalın yüreği sızlar."

"Kırmızı gül demet demet,

Sevda değil bir alamet.

Balam nenni, halam nenni"

"Kışlalar doldu bugün

Doldu boşaldı bugün" gibi,

Güzelim sedalarla bizi coştururlardı. Aşıklar da ağlardı.

Halamın oğlunun kıçında donu, ayağında doğru dürüst pabucu yoktu, ama tam 180 kilometre uzakta kalan bir kıza aşıktı. O devirde aşklar, şimdiki gibi abidik gubidik değildi! Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin, Hurşit ile Mahmihriler’in aşkları gibi, son derece ciddiydi. Onu havuza getirip götürürken 3 kişi zor tutardık. Kızın adını anar, ona şarkılar türküler yakardı.

Ayıltmak için ara sıra kafasına soğuk su dökerdik. Nerdeeee, havadaki sığırcıklar ayılırdı da, o ayılmazdı!

Biz, "Lan 180 kilometre uzaktaki kızın sana ne hayrı var?" derdik. O da, "len vallaaa garşımda hayalini görüyon" derdi. "O gördüğün şeytandır" falan, desek de inandıramazdık. Birileri elini çabuk tutup, o kızı kaçırmış, bizim salak da avucunu yalamıştı. Sonra Aşağı mahalleden birisiyle evlendi.

İzninizle yine havuza dönelim:

Bu güzel program gecenin yarısında bittiğinde, dansözler Ali Kaptan oteli'nde kalırlardı. Çoluk, çocuk, beyni bilmem neresinde olan gençler, arkalarına düşer, sanki sarılacaklarmış gibi otele kadar takip ederlerdi. Polis Abdurrahman Kuzu, bekçi Aslan, sözde bunların baş korumalarıydı! Fırsatını bulsalar, önce alçak eşşeğe kendileri binecekti!

Türk insanı açtı! Çünkü erkeğin elinin, dişinin eline değmesi yasaktı! Polisi de bekçisi de, ellerinde coplar, ara sıra havada gençlere karşı sallarlardı. Sanki her biri başbakan korumasıydı! Bir o kadar da forsları vardı! Ortalıkta 12 silindirli, son derece pahalı alarm ve sirenlerle donanmış Mercedes arabaları yoktu sadece! Hepsi gerçekten Aziz Nesinlik’ti bunların!

Havuzda Çalınan plakları taaa evimizde dinlerdik:

"Karaman'ın koyunu, sonra çıkar oyunu"

"Kızım seni Ali'ye vereyim mi?"

"Değirmenci dayı, değirmenci dayı,

Kırmızı yanak senin olsun, öğüt buğdaylarımı.

Olmaz kızım olmaz, oluk suyla dolmaz,

Al dudaklar benim olmayınca, senin buğdayın olmaz"

"Çobanın kulübesi sazdan, samandan,

İçine girilmiyor tozdan dumandan"

"Düriye'min güğümleri kalaylı,

Bir yar sevdim etekleri alaylı"

"Eşdim, eşdim kum çıktı,

Kumun altı su çıkdı.

Yazık oldu beş bine,

Kız diye aldım,dul çıktı.

Dol karabakır, dol dol"

Aman Tanrım! Bu cinsellik kokan şarkılar, bize ilaç gibi gelirdi. O yaşlarda bunların altından kalkmak çok zordu bizim için! Ne kadar eğiticiydi, bilemiyorum ama, cevabını size bırakıyorum...

Havuzda bazen sihirbazlar da olurdu. Bir gün, taa evden tanıdık bir ses işittim. Tanıdık geldi bana. 3 numaralı kardeşimin sesiydi bu! Sihirbaz, "Ne sihirdir, ne keramet, el çabukluğu marifet" deyip, kardeşime, "gıdaklaaa" diyordu. O da, var gücüyle; "gıt gıt gıdaaaak, yumurtam sıcaaak" derken, Ben havuza yetiştim. Sihirbaz, elinde siyah bir torba, sonra da, bizim oğlanın doğurduğu yumurta onun elinde!

Kardeşimle o yaz, epey dalga geçtik, havuzda doğuruyorsun da, niye evde

doğurmuyorsun? Diye.

Havuz, cambazdan daha eğlenceliydi bizim için.

O zaman için havuza gelen su temiz değildi. Sarayköy'ü baştan başa geçen dereden, ya da kanaldan gelirdi su. Bulanıktı. Ama bizim için önemli değildi. Biz de bulanıktık be toz duman içinde!Gündüzleri sıcakta içine girip yüzmek, serinlemek bizim için çok büyük şeydi. Yüzmeyi pamuk tarlalarına çapalara giderken Menderes nehri'nde öğrenmiş, havuzda da provasını yapmıştım. Yüzdükten, hayli yorulduktan sonra o demlik çayın tadını halâ unutamadım. Halâ tadı damaklarımda!

Hatta bir gün, Sarayköy sınırları içinde kaza yapan, içinde tamamıyla Fransız gençlerle dolu bir Fransız plakalı otobüs, savcı tarafından ifadeleri alınmak için Sarayköy'de tutulmuştu. Bunların hepsi gençti. 40 kişi kadar vardılar. Onları gece yatmaları için bizim parka yerleştirdik. Kız, oğlan, karman çorman yatarlardı. Bize ne? Dinine yarayan domuz eti yesin...

Birkaç kelime bildiğim İngilizce cümlelerle onlara rehberlik yapmaya çalıştım. Havuza götürdük. Türk misafirperverliğini gösterdik. Onlar da bizlerle yiyeceklerini paylaştılar. Ne güzel bir gündü o! İlk defa bir Avrupalı ile karşılaşıyorduk!

Onları uğurlarken arkalarından neredeyse ağlayacaktık. Baya Fransızca kelimeler öğrenmiştik! Bu olayı da hiç unutamıyorum.

Birgün, havuzda yüzerken, halamın oğlu neredeyse boğuluyordu. Benim kurtarma imkanım yoktu. Ben de acemiydim. "Cankurtaran yok mu?" Diye bağırdığımda, Arap Metin, hemen suya atladı ve halamın oğlunu kurtardı! Bu da benim için unutulmazlardan.

Oğlunu, halamdan izin alarak götürmüştüm, sonra ona diyecektim?

Sizin anlayacağınız o günler bambaşkaydı.

Selam olsun o günlere!

Koreli'nin ruhu şad olsun! kendisi allı şanlı bir Kore gazisiydi. Kore'de ölmemişti ama; elim bir trafik kazasında ne yazık ki; can vermişti. Allah kendisinden razı olsun. Yaşayanlara ve yaşatana da selâm olsun.

Korkmaz Çakar

*Bir internet erişimi olan bu yazının özgün paylaşım adresini kaybetmiş olmalıyım. Sonraki aramalarımda yeniden erişemedim. Önemsediğim bir yazı olduğu için yazarına ulaşamadan paylaşımda bulunmuş oldum. Yazarından bağışlamasını rica ederim. Dostluk dileklerimle.

Tiyatrocu ve futbol antrenörü Ali Sinan Demirkaleyle / Hakkı Hakan Tok


 

Tiyatrocu ve futbol antrenörü Ali Sinan Demirkaleyle / Hakkı Hakan Tok

İki sene önce Didim’de tiyatrocu ve futbol antrenörü Ali Sinan Demirkale abi ile Sarayköy, tiyatro ve futbol üzerine uzun süre sohbet etmiştik. Bol ve ilginç anılarla süren muhabbetin ardından bu fotoyla güne veda ettik. Ali Sinan Demirkale abim tam bir futbol ve tiyatro tutkunu.. Selamlar..

Kaynak: Hakkı Hakan Tok / "DÜNYADAKİ SARAYKÖYLÜLER" Facebook Gurubu – (16 Ağustos 2022)

+ + + + + + + + +

Milli Mücadelenin Denizlili Kahramanlarından Sinanoğlu Hüseyin Efendi evladı Sevgili Ali Sinan Demirkaleye bizden de yürekten ve dost selamlar. Dostluk ve esenlik dileklerimle.”

Sarayköy Özlemi - Nostalji

+ + + + + + + + + +

https://www.youtube.com/watch?v=AunhxEq-Exw

+ + + + + + + + + +

TÜRK KURTULUŞ SAVAŞINDA DENİZLİLİ ÖNDERLERDEN SİNANOĞLU HÜSEYİN EFENDİ HÜSEYİN DEMİRKALE -(1898-2001)

Hüseyin Demirkale, I. Dünya Savaşı Çanakkale muharebelerine katılmıştır. Sarayköy'de Millî Mücadeleye ilk katılanlardandır. Daha sonra Demirci Mehmed Efe'nin hizmetine girmiş, onun fedailiğini yapmıştır. Mustafa Kemal Paşa tarafından bölgeye gönderilen Refet (Bele) Bey ve Ali Fuat Paşa gibi komutanlara rehberlik yapmış, daha sonra İstiklal harbine katılarak Sakarya ve Büyük Taarruz savaşlarında görev almıştır. Bu savaşlara katılmasından dolayı kırmızı şeritli İstiklal Madalyası ile ödüllendirilmiştir.

Kaynak : Denizli İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü

20 Ağustos 2022 Cumartesi

HACI ZEKİLERİN 100 YILDIR SÜREN BAKKALLIK SERÜVENİ / Hakkı Hakan Tok

 



HACI ZEKİLERİN 100 YILDIR SÜREN BAKKALLIK SERÜVENİ / Hakkı Hakan Tok

Uzun, uzun yıllar önce. Taa padişahlık zamanında.

İstanbul Nuriosmaniye Medresesi’nde bir öğrenci. Denizli’nin Sarayköy kazasının Hasköy köyünden İstanbul’a medresede okumaya gelmiş. O zamanlar Sarayköy’den İstanbul’a okumaya gitmek tam bir cesaret işi.

O öğrencinin adı Osman. Sonra Hacı Osman oluyor, soyadı kanunuyla beraber de Osman Erdoğan adını alıyor. Osman ve ailesi doğma büyüme Hasköylü. Hasköy doğumlu olan Osman’ın köyde iki kardeşi daha var. İkisi de toprakla uğraşıyor. Kardeşleri Osman okul çağına gelince onun kendileri gibi toprakla uğraşmayıp okumasının daha iyi olacağına kanaat getiriyorlar.

Küçük Osman ilkokuldan sonra İstanbul’a Nuriosmaniye Medresesi’ne okumaya gidiyor. Medrese bugünki orta ve yüksek öğrenimin karşılığına denk geliyor. Medreseyi başarıyla bitiren Osman müderris, ulema olup Sarayköy’e geri geliyor. Sarayköy’de Hükümet Camisi’nde hatip olarak göreve başlıyor. Bir süre zarfıyla bu görevde bulunuyor Osman.

Artık savaş yılları. Topraklarımız işgal devletler tarafından paylaşılmakta. Düşman ordularının çok yakına gelip Sarayköy halkını rahatsız ettikleri zamanlar..

Sarayköy’de bir telaş başlamıştı. Düşmanın saldırılarından dolayı bazı aileler Sarayköy’den taşınmaya karar verdiler. Kimi Denizli’ye gitti. Kimi Acıpayam, kimi Tavas. Osman ise Babadağ’a gitmeyi tercih etti. Birkaç parça eşya ve katırla Babadağ’ın yolunu tuttu Osman.

Babadağ’a taşınmasından kısa bir süre sonra Osman, Babadağ’da bir bakkal açmaya karar verdi. Samanpazarı denilen yerde açtığı bu dükkanı tam 22 sene çalıştırdı Hacı Osman. Yani Erdoğanların yüz yıllık bakkal serüveni aslında Babadağ’da atıldı. Hacı Osman orada evlendi, kendisinden sonra bakkal serüvenini devam ettirecek olan namı diğer Bakkal Zeki orada dünyaya geldi.

O zamanlar her şey zordu ama, belki bakkallık daha zordu. Araba yok, atlı araba yok. Hacı Osman eşek ile Sarayköy’e gelip alacağı malları yüklüyor ve aynı yolu bu sefer yüklü bir şekilde hep yokuş tırmanmak suretiyle tekrar geri gidiyordu. Yıllar sonra torunu Rahmi Erdoğan’a anlattığına göre bir keresinde eşeğe yüklediği gaz yağları dik bir yokuşta eşeğin devrilmesinden dolayı yere dökülmüştü. Gaz yağlarının dökülmesine mi, yoksa hayvanının canının acıdığına mı şaşıracağını bilememişti.

Artık memleket hasreti mi ağır bastı bilinmez, Hacı Osman 22 sene Babadağ’da bakkallık yaptıktan sonra Sarayköy’e taşınma kararı alıyor. O yıllar Sarayköy’de Çerçiler vardı bakkal işi yapan. Salih Terzioğlu’nun kayınpederi Çerçioğlu Ali beydi bu bakkal dükkanının sahibi. Bir de Aşağı Mahalle’de şimdiki kahvelerin olduğu yerde Sarayköy Belediye Başkanı Ahmet Necati Özbaş’ın dedesi Arif Özbaş’ın bakkal dükkanı vardı.

Hacı Osman Sarayköy’de yine aynı mesleğe devam etmeye karar verdi, bildiği iş olan bakkallığı yapacaktı. Sarayköy’e geldiklerinde tuttukları ilk dükkan Ali Vasfi’nin yanındaki, şimdiki Tırkazlı Terzi Hacının olduğu yerdi. Burada ise tam 36 sene ticarete devam ediyor Hacı Oman ve oğlu. Kaymakam evi ve hapishane o sıralar aynı cadde üzerinde bulunuyordu. Aynı sırada Helvacı Mestan Gürer, Manifaturacı Cemal Köseoğlu, Yaşar Erginer gibi esnafların dükkanı da vardı.

Bu bakkal dükkanında neler satılmazdı neler. Şimdiki süper market gibiydiler. Toprak bardak, takunya, gazyağı, mum, defter, açık zeytinyağı, urgan ve daha neler. Bu arada Hacı Osman Erdoğan’ın 1956 yılında vefatı sonucu, oğlu Zeki Erdoğan dükkanı işletmeye devam ediyordu.

Zaten akabinde de ailenin üçüncü kuşağından Rahmi Erdoğan devreye girecekti. 1945 doğumlu olan Rahmi Erdoğan ilkokulu Gazi İlkokulu’nda bitirdikten sonra, Sarayköy Ortaokulu’na başlıyor fakat orta ikiden sonra okulu bırakıyordu.

Rahmi Erdoğan 1960 yılından beri artık işin içindeydi.

Yıllar ilerledikçe dükkanda satılan ürünlerin içeriği de değişiyordu. Mesela Sarayköy’de bir zamanlar ziraai ilaç bayisi olmadığı için DDT, kükürt, göktaşı, fare zehiri gibi ürünler bile Bakkal Zeki’nin dükkanında satılırdı. Aslında mal yokluğu da vardı ülkemizde. Üretim pek gelişmemişti. Çay Seylan’dan teneke kutularda gelirdi. Bildiğimiz şeker ise Hindistan malıydı. Mesela Alman malı saban demiri satılırdı sandıkların içinde. Yani bu bakkal dükkanı piyasada ne varsa satılan bir yerdi. O zamanlar bir deyim vardı bulunmayan ürünler için. ‘’Bakkal Zeki’ye bakın, orada vardır.’’ Ben bile küçüklüğümde haftada birkaç gün illaki oradan alınacak bir şey bulurdum. Defter, kalem, derby yapıştırıcı, karton, pil, ayakkabı boyası, tarak ve zarf gibi şeyleri oradan tedarik ederdim.

Yine o yıllarda İzzet Deveciler’in babası Terzi Dede, Eczacı Nazmi’nin babası Nalbant Mustafa, Manifaturacı Mehmet Maraş, Hasan Basri Beken’in babası Berber Halit, Terzi Lütfi Maraş dükkan komşularındandı.

Takvim 1972 yılını gösterdiğinde ise halen durdukları Belediye’nin hemen karşısındaki yere taşındılar. Bu dükkan daha önce Semih Güvenir’in dedesinin olduğu yerdi.

Bundan sonrasını ailenin üçüncü kuşak bakkalı Rahmi Erdoğan’dan dinleyelim.

‘’ 1945 Sarayköy doğumluyum. Dedemden beri ailemiz aynı işi yapıyor. Bakkallık. Babadağ’da başlayan serüvenimiz burada devam etti. Burası yaklaşık yüz yıl içerisinde üçüncü dükkanımız. Ben de ortaokul ikiden ayrılarak bu serüvene dahil oldum. Zaten ilkokuldayken bile okuldan çıktıktan sonra ve yaz tatillerinde hep dükkanda olur ve babama yardım ederdim. Babam Zeki Erdoğan 2007 yılında öldüğünde 95 yaşındaydı. Babam 92 yaşına kadar her gün dükkana gelerek bilfiil çalıştı. 92 yaşında bile bakkalın düzeniyle uğraşır, bana kutuların boşaldığı rafları göstererek, o rafları mal koyarak doldurmamı isterdi. Hafif eğri duran bir paket varsa hiç üşenmeden gider, o paketi düzgün bir şekilde yerine yerleştirirdi. Neler neler satmadık ki biz bu dükkanımızda. Biliyor musun, hala bu dükkanda 100 senelik bir varil bulunuyor. Bu varilin içinde dokuma için boya gelirmiş. Yasak olmayan herşeyi sattık biz bu dükkanda.’’

Rahmi amcaya eski günleri özleyip özlemediğini soruyorum. Hem o yaşında müşteriyle ilgileniyor, hem de bana cevap yetiştiriyor..

‘’ Eski günler özlenmez mi hiç. Yokluklu, yoksullu ama güzel günlerdi. İnsanlar samimiydi bir kere. Bir gençlik gurubumuz vardı. İzzet Çiftçi, Emin Deniz, Tuncay Ünsoy, Ali Tamer, Güner Oğuzlar, Mehmet Bilen ve baban Dündar Ruşen Tok hep beraberdik. O günleri de özlüyorum mesela. Eskiden bağlara göçülürdü, herkesin malı maydandaydı, hırsızlık hiç olmazdı. 15 dakikalığına bankaya gittiysem, kapı önüne bir sandalye koymam yeterliydi. Şimdi nerde. Benim hayatım bu dükkanda geçti. Bakkallık zor bir meslek. Yorucu aynı zamanda. Ama bir yardımcımla beraber işi götürüyoruz. Bu iş yoğunluğu yüzünden eve fazla vakit ayıramıyorum ama şükür hanım da buna çok kızmıyor. Zincir marketlerin çoğalmasıyla bakkallar devamlı olarak azalıyor. Ama biz yılların verdiği alışkanlık ve güvenle işimizi yapmaya devam ediyoruz. Bir daha dünyaya gelsem yine bakkal olmak isterdim. Yapabildiğim kadarıyla bu işi sürdürmek istiyorum. Mesela 30 sene daha bu işi yapsam iyi olur. Üç oğlum var. Üçü de Denizli’de oturuyor. Serdar avukat, Faruk öğretmen ve Zeki bankacı. Benden sonraki kuşak bakkallığa devam eder mi, şimdilik bilmiyorum.’’

NOT: Bu bilgileri benimle paylaşan Rahmi Erdoğan’a teşekkür ederim..

* * * * * * * * * *

KAYNAK: Hakkı Hakan Tok , “DÜNYADAKİ SARAYKÖYLÜLER” Facebook Gurubu