15 Temmuz 2014 Salı

ARTIK GELECEK SANMA SAKIN, GEÇTİ O GÜNLER / ALİ HAYDAR ÇETİNKOL


ARTIK GELECEK SANMA SAKIN, GEÇTİ O GÜNLER– ALİ HAYDAR ÇETİNKOL
TÜM DOSTLARIMA , TÜM ARKADAŞLARIMA ve TÜM HEMŞERİLERİME MERHABA !
Yaşamım boyunca hiçbir çıkar grubuna "angaje " olmadım ; olmamak için , MASKE ile dolaşmamak için , hiçbir yakınımı yolda bırakmamak için elimden geldiğinin en üst aşaması ile didindim durdum diye düşünüyorum ! Doğru bellediğim yolda :
" ............/ yürümek ... /yürümek ; / yolunda pusuya yattıklarını / arkadan çelme taktıklarını / bilerek yürümek ... / Yürümek ; / yürekten / gülerekten / y ü r ü m e k " - (N.Hikmet.) şeklinde oldu yaşam felsefem ...
MEVLANA'nın " YA OLDUĞUN GİBİ GÖRÜN , YA DA GÖRÜNDÜĞÜN GİBİ OL " öğüdü de ' e t i k ' kurallarımın başında gelir... Ne kadar başarabildiğimi bilemiyorum artık !
AK KOYUN , KARA KOYUN DAR GEÇİTTE BELOLURMUŞ !
Yani , PRATİK - YAŞAM ; eğrisiyle - doğrusuyla herşeyi anlatıverir ... Sözlerle , yani savunduğun düşüncelerle ; EYLEM, TUTUM... çelişki yaratmamalı diye düşünürüm ... Benim gibi düşünmeyenler , yaşam algıları benim ki ile ters düşenler , uyuşamayanlar ; anılan davranışlara doğal olarak anlam veremiyor ! Bunu bir tür akılsızlık , koşullara uyumsuzluk olarak görüyorlar (!)
TEVFİK FİKRET'in Yağma Sofrası ŞİİRİN de ki gibi mi olmak gerekiyor ?..
Anılan şiir'den bir dörtlük :
" ......./......../ Bu harmanın gelir sonu , kapıştırın giderayak ! / Yarın bakarsınız söner bugün çatırdıyan ocak ! / Bugün ki mideler kavi, bugün ki çorbalar sıcak, / ATIŞTIRIN , TIKIŞTIRIN , KAPIŞ KAPIŞ , Ç A N A K Ç A N A K ... / ......... / ......... / " . İNSANIM diyen bir kişiye denk düşer mi bu tür davranış , davranışlar ?..
DÜNYAMIZDA, İNSAN 'ın İNSAN MAKAMINA ULAŞMASI için uğraş verenlerin ödedikleri bedeller çok ağır olmuştur, olacaktır ... Günümüzde BİREY OLMAK zor iş ! Birey olmak , kendisi olmaktır. Birey herkesten önce kendine güvenir , özgüveni vardır... Günümüzün YAŞAM BİÇİMLERİ , İNSANI kendinden uzaklaştırmak , kendisiyle karşılaştırmamak , kendisine yabancılaştırmak için ne gerekiryorsa yapmaktadır !.. "
İnsansan , birinin canı yanarken, senin de canın yanması gerekir ...
,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,
Üstümüze üstümüze gelen sorunlardan gerçekten çok sıkıldım ... Düşündüm ! Geçmişe bir yolculuk yapsam , acaba birazcık rahatlar mıyım diye düşündüm !..
Ben gidiyorum , hadi siz de geliverin ...
Ben ÇOCUKLUĞUMA gidiyorum , arzu ederseniz sizlerde gelebilirsiniz ...
Çirkinleşen dünyamızda , bugünü değil ; ÇOCUKLUĞUMU yaşamak istiyorum ... Yani ; Çocukluğuma, gençlik yıllarıma geri dönmek istiyorum ...
SEVGİNİN , PAYLAŞMANIN, insanların birbirlerinden farklı olmadığının anlatıldığı; büyümenin acılar değil , olgunlaşmayı getireceğinin söylendiği günlere dönmek istiyorum ...
ÇOCUKLUĞUMA, GENÇLİK yıllarıma geri dönmek istiyorum ...
Gelecekle ilgili hayallerimin , ümitlerimin henüz yıkılmadığı ve büyümek , yaşamda ki yerimi almak için telaşla hazırlandığım , her gelecek günün DÜNYAYI , İNSANLARI daha da geliştireceğine , yumuşatacağına inandığım günlere dönmek istiyorum ...
Bütün KARDEŞLERİMİ, EŞİMİ, ÇOCUĞUMU,DAMADIMI,TORUNUMU, YEĞENLERİMİ, AKRABALARIMI, ARKADAŞLARIMI , HEMŞERİLERİMİ ve NİCELERİNİ ... ' DOĞAL HALLERİYLE görmek istiyorum. SARAYKÖY 'de ki doğup büyüdüğüm MAHALLE komşularımızı , BAĞ komşularımızı ; O GÜZEL TEYZELERİMİ, AMCALARIMI , DAYILARIMI, HALALARIMI, ABLALARIMI, ABİLERİMİ, ARKADAŞLARIMI ... GÖRMEK istiyorum ... GÜZEL BABACIĞIMI, ANACIĞIMI,HALACIĞIMI, DEDEMLERİ, NİNEMLERİ, AMCAMLARI, DAYIMLARI, YENGEMLERİ ... görmek istiyorum ...
Çocukluğuma, gençlik yıllarıma dönüp; Gümüşi renginde akan çaylarımızı, yazın yüzerken suyundan içtiğimiz pırıl pırıl akan BÜYÜK MENDERESİ görmek , gecenin sessizliğinde derelerimizin çıkardığı NAĞMELERİ duymak istiyorum ...
Durmadan ALTI ÇOCUĞU ile gece gündüz uğraşan ve tüm işlerin üstesinden gelen , SARAYKÖY'ün ' FATMA ANASI ' ... CEFAKÂR ... FEDAKÂR ... ANNEMİ görmek istiyorum... Etrafıma saran BUNCA YALAN ve KORKU veren dünyadan, günümüzden ... biran olsun uzaklaşabilmek için ... çocukluğuma dönmek istiyorum.
Mümkün olsaydı da hep ÇOCUK kalsaydım , çünkü ; ÇOCUKLUĞUM da büyüdüğüm zaman herşeyin kötü olacağı, ekonomik gücün yani paranın SEVGİSİZLİK ve AYRIMCILIK ... yapacağı anlatılmamıştı bana ...
Dinlediğim MASALLARDA hep güçlüler, güçsüzlere yardım eder ve yaşamın güzelliğinin , var olma nedeninin ; SEVGİNİN - SAYGININ paylaşmak olduğu anlatılırdı... Hep HOŞGÖRÜLÜ, SAYGILI... olmam gerektiği , karşımdakinin benden farklı olmadığı söylenirdi İ N S A N olduğu için ... İzin verirseniz , İÇİMDEKİ ÇOCUĞA sarılmak ve ona yeni baştan ' GERÇEK YAŞAMIN ' da masallarda ki gibi güzel-mutlu olabileceğini anlatmak istiyorum ... Etrafında DÖNEN DOLAPLARIN , gördüğü çirkinliklerin geçici olduğunu, yaşamın bu olmadığına tekrar inanması için ve ONA hiç büyümemesini, o güzellikte kalmasını söylemek istiyorum ...
İstiyorum ! çok çokkk istiyorum ama , dönüyorum tekrar başladığım yere ne yazık ki ve karabasan ; beste ve güftesi Arif Sâmi Toker'e ait olan bir şarkı gerçeğin böyle olmadığını bana fısıldıyor ne yazık ki ; " ARTIK GELECEK SANMA SAKIN GEÇTİ O GÜNLER / RUHUMDA BUGÜN ŞARKIMIZIN NAĞMESİ İNLER / ŞEN BESTELER AHENGİNİ NAĞMENDEN ALIRKEN / SIZLAR YİNE KALBİM SENİN AŞKINDAN DERİNDEN " ... ( Kardeşim ! has akrabam ! İBRAHİM HELVACI'nın kulakları çınlasın ...).
Herşeye karşın, içimizde ki ÇOCUĞUN hep kalacağı ve ONU hiç üzmeyeceğimiz GÜNLERİN GELECEĞİ ÜMİDİYLE ; TÜM BÜYÜKLERİMİN ELLERİNDEN, KÜÇÜKLERİMİN GÖZLERİNDEN HASRETLE ÖPER, ARAMIZDAN AYRILANLARI ŞÜKRANLA YADEDERİM ...
SEVGİLER... SAYGILAR...
HOŞ KALIN ! HOŞÇA KALIN !


12 Temmuz 2014 Cumartesi

ÇOCUKLUĞUNUZU SEVİNİZ / ALİ HAYDAR ÇETİNKOL

  

ÇOCUKLUĞUNUZU SEVİNİZ – 
ALİ HAYDAR ÇETİNKOL

MERHABA DEĞERLİ ARKADAŞLARIM !
BİLDİĞİM KADARIYLA ; İNSAN YAŞAMI , İÇ İÇE GEÇEN , BİRBİRİNİ TAMAMLAYAN ' AYRINTILARDAN ' OLUŞUYOR . BU AYRINTILARI BELLEĞİMİZDE TUTMAMIŞ OLSAK , KENDİMİZİ NASIL DİNLEYECEK , NASIL TANIMLAYACAK ya da BİRBİRİMİZLE NE KONUŞACAK , BİRBİRİMİZE NE ANLATACAKTIK ...
AMA YILLAR İLERLEDİKÇE BİZİ ANLATAN, KİMLİKLENDİREN O ' A N I L A R ' KÜLLENMEYE , O ANILARA AİT ' A Y R I N T I L A R ' SİLİNMEYE BAŞLIYOR ' B E L L E Ğ İ M İ Z D E ' ...
" .................
Sevdiğim çiçek adları gibi
Sevdiğim sokak adları gibi
Bütün sevdiklerimin adları gibi
ADINIZ geliyor aklıma .
Melih Cevdet Anday.

DOĞDUĞUMUZ EV YIKILMIŞSA ...
ÇERKEN UÇURDUĞUMUZ TARLALAR ... GINDIRIK TOPLADIĞIMIZ TARLALAR ...
TOP OYNADIĞIMIZ ARSALAR ...
ÇELİK - ÇOMAK , YEDİ KİREMİT , CİCOZ , SEKSEK , YAKAR TOP , İP ATLADIĞIMIZ , ELİM SENDE , KÖREBE , BEŞ TAŞ , KIRK TAŞ , FANTİ , ÇEMBER ÇEVİRDİĞİMİZ , BİRDİR BİR OYNADIĞIMIZ SOKAKLAR ...
KAYTANLA , KIRNAPLA ÇEVİRDİĞİMİZ FIRILDAKLAR ...
TIRMANDIĞIMIZ ve ERİK , ELMA, ŞEFTALİ ... ÇALDIĞIMIZ (!) , ÇITLIK TOPLADIĞIMIZ, BEDREN YOLDUĞUMUZ AĞAÇLAR ...
EŞEKARISI VURDUĞUMUZ SU BİRİKİNTİLERİ , ÇAYLARIMIZ ...
2,5 - 5 KURUŞ SATTIĞIMIZ EŞEKARILARI - SATTIĞIMIZ O GÜLEÇ YÜZLÜ BELEDİYE ZABITALARI - MEKANLARI ...
NİNEMİZ , DEDEMİZ , ANAMIZ , BABAMIZ , DİĞER BÜYÜKLERİMİZ , GÜZELİM KOMŞULARIMIZ ,
ARKADAŞLARIMIZ YOKSA ARTIK !!!
.............................
OLMAYAN ŞEYLERDEN SÖZ ETTİĞİMİZDE ; NE SÖYLEDİĞİMİZİ , NEREYİ ANLATTIĞIMIZI ANLAYAN , BİLEN, O AYRINTILARI PAYLAŞTIĞIMIZ , PAYLAŞABİLECEĞİMİZ BİR AVUÇ İNSAN DA HIZLA TÜKENİYORSA , BİZİ BIRAKIP , BİR DAHA DÖNMEMECESİNE GİDİYORLARSA , NASIL BAŞ EDECEKTİK BU SİLİNMELERLE ?..
...............................
E S K İ D E N ;
ÇEMBER ÇEVRİLİR ,
SU TESTİDEN - MUSLUKTAN İÇİLİR ,
AĞAÇLARA TIRMANILIRDI.
BEBEKLER BEZDEN,
SİLÂHLAR TAHTADAN,
RESİMLER KÖMÜRDEN YAPILIRDI.
KIZLARA NİNELERİNİN,
ERKEKLERE DEDELERİNİN İSİMLERİ VERİLİRDİ.
SAATLİ MAARİF TAKVİMİ OKUNURDU.
BİZDE PİŞEN KOMŞUYA,
KOMŞUDA PİŞEN BİZE DÜŞERDİ.
KOMŞU ÇOCUKLARI KOMŞUYA EMANET EDİLİRDİ.
KOMŞULARLA KAPI ÖNÜ MUHABBETLERİ DOYUMSUZ OLURDU.
TURŞU, SALÇA, TARHANA, BULGUR, PEKMEZ,PESTİL, CEVİZLİ SUCUK, MAKARNA ,EKŞİ, BİBER-PATLICAN KABUĞU KURUSU, SİRKE ... EVDE-BAĞDA YAPILIR,
KARPUZ - KAVUN - ÜZÜM - RAKI ŞİŞESİ ... KUYUDA SOĞUTULURDU.
ERİK - ZERDALİ - ŞEFTALİ AĞAÇLARININ ÇİCEKLERİ GÖĞSÜMÜZE YASLANIR ,
GÜZ YAPRAKLARI BAHÇEMİZDE DANS EDERDİ.
KARDAN ADAM YAPILIR ,
KARLAR İÇİNDE BİR PARÇACIK YİYECEK İÇİN ÇIRPINAN " SIĞIRCIK - KARATAVUK - SERÇE " ... HİÇ ACIMADAN ( Çocukluk işte ! ) ÖZELLİKLE AVCILIK KONUSUNDA İÇİMİZDE EN MAHİR OLAN " TUNCAY SÖNMEZ " ( Nam-ı diğer SÖKÜK ) TARAFINDAN VURULURDU. Hemde on taşla , on kuş ...
EVLERDE ODUN SOBASI YAKILIR,
ÜZERİNDE KESTANE PİŞER.
KIŞ GECELERİNDE BÜYÜKLERİMİZ MASAL ANLATIRDI .- Bize Dayımın eşi (Rahmetli Alime Demirkaya) Yengem masal anlatırdı ! - .
MERDİVEN ÇIKILMAZ !
AİDAT ÖDENMEZ !
YÖNETİCİ SEÇİLMEZDİ !
EVLERİMİZ CİVİT BADANALI,
MAHALLELER BEKÇİLİ OLURDU !
HABERLER RADYODAN DİNLENİR,
ÇİZGİ ROMAN OKUNUR, DEFTERLERE KENAR SÜSÜ YAPILIRDI.
,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,
YAŞADIM !
" Yaşadım !
Erik ağaçları şahidimdir
Yıldızlar şahidimdir.
Yaşadım !
Avuçlarımın gücü yettiği kadar
Dağları , kadınları , meyveleri
Yaşadım !
İncirin dallarına yürüyen süt
Yonca tarlasından gelen nefes
Horoz ibiğinden damlayan kan
Yollar ve sevgili türküler şahidimdir . " - Bedri R.Eyüboğlu.
,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,
ası ; HAYAT, arkası yarın gibi ve doğaldı, kesintisizdi. Her gün yaşanacak - paylaşacak bir şey vardı. Herkes kendi düşünü kurar , kendi hayatının rolünü oynardı ...
ŞİMDİ ;
HERKES YOĞUN !
HERKES YORGUN !
HERKES TEK BAŞINA !
HERKES DÜN YEDİĞİ YEMEĞİ BİLMİYOR, UNUTKAN !
BUNA KARŞIN BEN DİRENİYORUM ;
YAKLAŞIK 30 YILDIR SORUYORUM ! KONUŞUYORUM ! ANLATIYORUM ! ve YAZMAKTAN başka yol yok diye düşünüp YAZIYORUM !.. " B E L L E Ğ İ M İ " canlı tutabilmek için ... Bu yöntemi çok önceleri başlamadığım için çok çokkk pişmanım !.. İNSAN " hiçbir " soruyu ertelememeli ... Örneğin ; Rahmetli BABACIĞIMA - ANNECİĞİME ve DİĞER BÜYÜKLERİME soracağım binlerce soru vardı ! BABACIĞIM aramızdan çok erken ayrıldığı için pek soru soramadım , ANACIĞIM , o bilmek istediğim ilk çocukluk yıllarımın baş tanığıydı ve artık yaşamıyordu (!)
ÇOCUKLUĞUNUZU SEVİNİZ , ne kadar ACI da olsa . Onu UNUTMAYIN, SAKLAYIN , ÇOK GEREKLİ ZAMANLARDA KULLANMAK İÇİN ...
HİÇBİR SORUYU ERTELEMEMELİ İ N S A N ...
" ........../ YAŞADIKLARIMDAN ÖĞRENDİĞİM BİR ŞEY VAR: / YAŞADIN MI BÜYÜK YAŞAYACAKSIN , IRMAKLARA, GÖĞE, BÜTÜN EVRENE KARIŞIRCASINA / ÇÜNKÜ ÖMÜR DEDİĞİMİZ ŞEY , HAYATA SUNULMUŞ BİR ARMAĞANDIR / VE HAYAT SUNULMUŞ BİR ARMAĞANDIR İNSANA . " - Ataol Behramoğlu.
.......................................................
SAYGILARIMLA ,
GERİSİ HAYAT ...

11 Temmuz 2014 Cuma

SARAYKÖY’DE TARLA EDEBİYATI / Hasan Kallimci


SARAYKÖY’DE TARLA EDEBİYATI / Hasan Kallimci

Büyük Menderes nehri, Afyon sınırları içinde doğup Aydın’a doğru akıp giderken Denizli’den geçer. Sarayköy ovasını, bu ovadaki pamuk tarlalarını da sular.
Pamuk çiftçiliği zor iştir. Tarlanın ekim işine hazırlanması, tohumun ekilmesi, pamuğun üç-dört kat çapalanarak büyütülmesi, ilaçlanması, birkaç defa sulanması, ürünün toplanması ve satılması… Sabır, alın teri, sonra uygun iklim ister. Emeğin karşılığı alınarak yüzlerin gülmesi için de uygun pazar gereklidir.
Şimdilerde pamuk çiftçiliği, elli yıl öncesine göre çok kolaylaştı. Tohum serpme usulü ile ekilirdi toprağa. Serpme usulüyle yetişen pamuk bitkileri karışık çıktığı için çapasını yapmak da zor olur, vakit alırdı. Traktör geldi, traktörle birlikte hem toprağı sürmek kolaylaştı hem de tohum, diziler şeklinde ekilmeye başlandı. Dizi pamuk, çapa yapma işini de çok kolaylaştırdı, çok… Traktörün arkasına takılarak toprağı işleyen, tohumun ekilmesinden çapasına kadar her bir işi yapan çeşit çeşit makine de geldi. Hatta pamuk toplama makinesi bile tarlalarımızda görülmeye başlandı. Pamuk işçisi gibi çiftçi de artık eskisi gibi yorulmuyor.
Sarayköy’de yaşayıp da pamuk tarlasına gitmemiş, çapa sallamamış, pamuk toplamamış kişi yoktur. Kişi kâh güneşte kavrulur günlerce, kâh sağanak yaz yağmurlarında sırılsıklam ıslanır. Bazı günlerde, ekim-kasım aylarının serinliğinde, üzerlerine çiğ düşmüş pamuk yapraklarının verdiği üşümelerde titrer.
Çocukluk yıllarım, gençliğe doğru yürüdüğüm zamanlar… Evin bütçesine katkıda bulunmak için anam tarlada, ben de kardeşimle birlikte yanında olurduk. Henüz çapa yapamayacak yaşlarda iken tarlanın kenarında, karaağaçların gölgesinde oynaşırdık. Karaağaç dallarına çıkar, türküler söyleyerek çapa işçilerine çok konser verirdim. Bileklerimiz çapa yapabilecek kuvveti bulduğunda ameleye dâhil oldum.
Sabahın serinliğinde, uykulara doyamamış gözlerle tatar arabalarına yerleşirdik. Tatar arabalarına bizde “taş arabası” adı verilmişti. Traktörün tek tük göründüğü o yıllarda taş arabaları çiftçinin en büyük yardımcısıydı. Amele taşımak, pamuğu tarladan eve götürmek hep taş arabaları ile yapılırdı. Dört tahta tekerin dördü de demir şeritle kaplı, takur tukur yol alan, kalın tahtalardan yapılmış bu arabayı bir çift beygir çekerdi. İki santim yüksekliğindeki bir taşın üstünden geçerken sarsılır, üç santimlik çukura girip çıksa yine sarsılırdı. Ev ile tarla arasındaki birkaç kilometrelik yolda, o bitip tükenmeyen sarsıntılarda insanın içi dışına çıkacak gibi olurdu. Akşamdan törpülenerek yüzleri keskinleştirilmiş ve saplarının madenî kısımları taşıyan bölümleri suda ıslatılarak kabartılmış çapalar, içi su dolu testi, yanlarında ekmek çıkınları ile ameleler taş arabalarda yerlerini alırlardı. Her amele grubunun yanında bir de darbuka bulunurdu, tarladaki sıkıntılı anlarda çalıp söylemek, eğlenmek, oynamak, yorgunluğu atmak için…
Mahallede hayat gün doğmadan başlardı. Nal sesleri, araba tıkırtıları, motor gürültüleri; çiftçilerin önceden söz vermiş komşularını çağırışlar: “Hadi gari, geliverin!” Üstlüklü peştamallı kadınlar, geniş ve uzun etek giymiş kızlar arabalara doluşurlar. Haydi tarlaya!...
Sabah yedi buçuk sularında ameleler tarlaya varmış olurlar. Ekmek çıkınları ile su dolu testi, bir ağacın gölgesine bırakılır. Bir gün evvelki yorgunluktan eser kalmamıştır. Bir taze güne başlamanın, altı lira daha kazanmanın heyecanı yaşanmaktadır. Saat dokuza kadar çapa yapılır. Sonra yarım saatlik bir molada çıkınlar açılır, karınlar, “kuşluk yemeğinde” doyurulur; saat 13.00’e kadar sürecek tempolu bir çalışmanın nefeslenmesi yapılır. Saat 13.00’te Büyük Menderes kenarındaki dokuma fabrikasının borusu öttüğünde iki saatlik bir istirahatı daha hak ettiğini anlayan kadınlar-kızlar, gölgeye, toprağın üzerine atarlar kendilerini. Bir buçuk saatlik uyku için, toprak, o yorgunluktaki kişiye kuş tüyü bir yataktan daha yumuşak gelir. Uykudan sonra ortaya serilen çıkınların çevresinde toplanılarak yenen yemek ve çapanın sapını yeniden tutarak 17.30’a kadar devam edecek yeni bir çalışma… Yine arabalara doluşarak geriye, eve, bir altı lira daha kazanmış olmanın mutluluğu ile dönüş…
Altı lira yevmiye, çiftçiye çok, ameleye az gelir. Çapacıya çok ihtiyaç olduğu zamanlarda yevmiyenin yedi liraya çıktığı da duyulurdu. Böyle zamanlarda kadınlar, daha fazla kazanmak için yanlarında 10-11 yaşlarındaki çocuklarını da götürürlerdi tarlaya; onlar da akşama kadar pamuk çapalar, para kazanırlardı. İnsana ihtiyaç var ya, çiftçi ses çıkarmazdı çocuklara.
Çiftçi, amelenin altı günlük ücretini Cumartesi sabahı ev ev dolaşarak dağıtırdı. Cumartesi günleri para dağıtılmasının sebebi, ilçede o gün pazar kurulmasındandı. Parayı alan aileler hem yiyecek alır hem de seyyar tuhafiyecilerden ve zücaciyecilerden ev ve çeyiz ihtiyaçlarını temin ederlerdi. Alışverişlerde geçen haftadan kalan borç varsa verilir, yeni alınanların ücreti de borç hanesine yazdırılırdı.
Çiftçiler, Çınarlı Kahve’de toplanmışlardı bir seferinde, hatırlıyorum. “Kadınlar çapayı çoluk çocuğun maskarası ettiler. Yevmiyeyi altı liradan verelim.” diye kararlaştırmışlar. Yevmiyeleri yedi liradan almayı bekleyen komşular, altı liradan hesap görülünce çok kızdılar, çok ilendiler1 fakat ertesi gün yine gittiler çapaya, altı liralar kazanmak için.
Bir tarlada pamuk çapalayan işçi grubuna “baharna” denir. Pamuk bitkisini çapalama işi, “çapa yapmak” şeklinde ifade edilir. Çapa yapanlar, tarlanın bir başında yan yana durarak işe başlarlar. “Enere durmak”tır bu. O sıralanış ile tarlanın öteki başına kadar pamuğun çapalanarak gidilmesi “enere çıkmak”tır. Pamuk bitkisinin dibindeki toprak havalandırılır; fidenin dibi taze toprakla doldurulur. Topalak, kanyaşı gibi bitkiler kökünden sökülür. İyi bir çapacı, pamuk çapasını bu şekilde yapar.
Bazı açıkgözler vardır ki “on dört çapası” yaparlar. “On dört”, “onu da ört” ifadesinin kısaltılmışıdır. Pamuk fidanının çevresindeki toprağı temizlemek, yeni toprak çekerek beslemek, otları temizlemek zor iştir. Kolayı, öteden, çapa ile toprak çekerek otun üstünü örtüvermektir. Böyle hileli çapa yapanın arkasından bakıldığında, otlar örtüldüğü için iyi çapa yapılmış gibi görünür fakat iki gün sonra o örtülü otlar, kuruyan toprağı iteleyip gün ışığına çıktıklarında hile ortaya çıkar.
Tarla kıyıları diğer taraflara nazaran çok otludur, her bir çapacı o yana durup çapa yapmak istemez. Amele topluluğu çapa yapmak için enere durduğunda, tarla kenarlarından tarafa “göcer” denir. O kenar çok otlu olduğundan, göcerde çapa yapan kişi arkadaşlarından geride kalır. Diğerleri ona takılırlar:

“Ener dolaştı,
Göcer b.ka bulaştı!”

Mayıs ve haziran ayları, pamuk çapasının yapıldığı aylardır. Güneş inadına yakar, sıcak çekilmez olur. Gölgeye bırakılmış testilerdeki sular ılır. Çapacı ne yapsın? Susuzluğunu o ılık su ile gidermeye, serinlemeye çalışır.
Sıcaktan bunalan iki kadın, ağrıyan belleriyle ayakta durmakta zorlanırlar. Bu sebeple uzun çapa saplarını baston yaparak dayanırlar ve karşılıklı olarak şu kısa söyleşiyi yaparlar:

-Ocağa ne koydun?
-Börülce.
-Altına ne soktun?
-Hılız.
-Üf de yansın!
-Üf, üf! Es Haydar es! Kızımı sana vereceğim.

Gülüşmeler vücutları değil amma yorgun gönülleri biraz olsun serinletir. Yine sıcağın bunalttığı bir zamanda, bir başka kadın, serinliğe hasretini şöyle dile getirir:

-Estir Allah’ım, estir!
Gençlere Gandi’den fistan kestir,
Koca karıları arığın içine bastır.

Yaşı biraz ilerlemiş olanlar homurdanır, gençler gülüşürler. Bu serinlik arzusunu dile getiren iki söyleyişteki, “Haydar” kavramı ile “Gandi’den fistan kestirme” ifadesi üzerinde durmaya değer. Haydar, Hz. Ali’ye verilen ad olup, yaşanan sıkıntı anında ondan medet umulmaktadır. 1950’li yıllarda, “gandi fistan” moda olmuştur. İpek ve naylon karışımı bu kumaş, bilhassa varlıklı bayanların düğün ve derneklerdeki giyimlerinde kullanılmıştır.
Ya karıncalar... Ekmek çıkınlarının içine, yemek çanaklarına üşüşürler, ekmeklerin içine girerler. Ayıklamaya çalışanlara; “Boş ver!” der çapacılar; “Karınca ne yapacak insana? Çapacı kısmı bir araba toz, elli yüz tane karınca yutar.” Karıncalar ayıklanır, gözden kaçırılanlar yiyecekler arasında midelere indirilir. Karınca elemiş kumbalını, bir kadının terli yazmasından süzmesini seyretmiş, tarla sahibinin gönderdiği kar ile karıştırarak yapılan “kar helvası”nı yemiştik bir gün.
Sıcaktan ter su gibi akmaktadır. Beller ağrımıştır. İki üç ener çıktıktan sonra mola verilir. Amelede, “Dinlenmek, işlemenin kardeşidir.” anlayışı vardır. Tarla kenarına gurup hâline oturulur. “Otururken, “Bir soluyuverelim!” denir. Ortaya darbuka çıkarılır. O kısacık istirahat anında, biri çalar, birkaçı oynar. Birlikte şarkılar, türküler söylenir. Dedikodular yapılır. Fitneci kadınlar, sırları ortaya sererler, ortalık kızıştırırlar. Taklitler yapılarak ortaoyunları oynanır. 1940’lı yılların bir sevdasını dile getiren bir mani hatırlanır:

Evleri var aralı,
Gömleği var saralı.
Hacı Bey Oğlu şöyle dursun,
Hasan Çullu paralı.

Tarlaya giden amele gurubuna “baharna” adı verilir. Her baharnada sesi güzel kadınlar, kızlar vardır. O türküler, ne kadar da güzel gelir o yorgunlukta…

“Kara kaş gözlerin elmas,
Bu güzellik sende de kalmaz…”

veya;

“Söğüdün yaprağı dal arasında,
Güzeli severler bağ arasında…”

Bitişik iki tarlada çapa yapan iki baharnadan birinden diğerine mani ile çatılır:

“Aşağı mahallede dibek var,
Koca Osman’da göbek var.
Pampurların2 göcer kolunda
Beş kudurmuş köpek var.”

Maninin karşılığını yine mani ile vermek gerekir. Netice gülüşmeleri getirir, gülüşmeler de dinlendirici olur. Bir muzip kadın, baharnadaki kızlardan birine mani söyleyerek takılır:

“Alnımda pulum,
Vallahi dulum.
Amanın dostlar
Şu kıza bir koca bulun!”

Bir başka kadın, konuştukları için geride kalan kızlara, “tembelsiniz” anlamında şöyle seslenir:

“Kız, sizi alan neylesin?
Şeyi kurum bağlasın.
Çıksın dağlar başına,
Dövüne dövüne ağlasın.”

Kızlar utanırlar, kıkırdaşırlar. Yorgunluğun had safhaya vardığı, amelenin çapalarına dayanarak şöyle bir dinleniverdiği zamanlarda yine manilere sarılır çapacılar. Bir kadın diğerine mani ile seslenir:

“Deniz dibi ak balık,
Okkalıktır okkalık.
Ana beni evlendir,
Yeter artık bekârlık.”

Diğer kadın, karşılık olarak “deniz” kelimesi ile başlayan bir mani söylemek zorundadır. Aksi hâlde yenilmiş sayılır. Çoğu zaman bulunur da…

“Deniz dibi muşamba,
Hacılar gider Şam’a.
Ne giydirsem yakışır
Ela gözlü paşama.”

O yıllarda bir kız kaçırılma olayı yaşanmıştı. Bu olay, çapa tarlalarında günlerce konuşuldu, birkaç tane mani yakıldı. Ben o manileri3 çapa tarlalarında, kadınlardan dinledim.

“Kabak aşı pişti mi?
Zeynep buradan geçti mi?
Zeynep hanımı sorarsan
Ahmet beyle kaçtı mı?

Hasır altı yamalıdır,
Zeynep Hanımı kim alır?
Alırsa Ahmet alır,
Almazsa kapıda kalır.

Kabaktandır aşları,
Zeynep Hanım başları.
Hiç ileri gitmiyor
Ahmet Bey’in işleri.

Sac üstünde bezirme,4
Ahmet kafa gezdirme.
Zeynep Hanım pek nazik,
Sıcaklarda gezdirme.”

Aradan yıllar geçti. Çocukluk ve gençlik yıllarımın çapa tarlalarındaki hatıraları geride kaldı. Şimdilerde ameleler tarlaya daha erken saatlerde götürülüyormuş. Öğle istirahatı yapılmadan saat 13.00’e kadar çalışılıyormuş. Öğle uykusu yok, karınca elemiş yemeklerin ısıtılıp yenmesi yok. Darbuka, oyun ve maniler var mı bilmiyorum. Bunlar yoksa çapa yapmanın da tadı yoktur herhâlde…5

1İlenmek: Beddua etmek.

2Pampurlar: Sarayköy Aşağı Mahallede ikamet eden bir ailenin lakabı.

3Bu manilerdeki adlar değiştirilmiştir.

4Bezirme: Kalın açılarak pişirilen yufka, bazlama (Denizli / Sarayköy ağzı).

5Sarayköy’de Tarla Edebiyatı, Hasan KALLİMCİ, Geçmişten Günümüze Denizli dergisi, sayı 7, Temmuz Ağustos Eylül 2005, Denizli)
Yazarın notu: Bu yazı; (Altı Lira İçin, araştırma yazısı, Ak dergisi 8. 9. ve 10. sayılar, Aralık 1966, Ocak-Şubat 1967 Nazilli) yazının yeniden işlenmiş şeklidir.
* * * * * * * * *
Kaynak: Sarayköy Yazıları, Sarayköy Belediyesi Kültür Yayınları, No:2, Sarayköy – Denizli

Sarayköy sevdalısı bir usta ressamımız, Sevgili Orhan Güler dost'un bir Sarayköy görselini de konuyla ilintisi nedeniyle sizlerle paylaşmak istedik. Beğeniyle izleyeceğinizi düşünüyorum. Esenlik ve dostluk dileklerimle.

3 Temmuz 2014 Perşembe

KÖŞE BUCAK SARAYKÖY GÖRSELLERİ ( 2000'İN İLK YILLARI ) - 3 / ATİLA GİRGİN




















































KÖŞE BUCAK SARAYKÖY GÖRSELLERİ-3

Ortak paydası Sarayköy ve Sarayköylülük olan tüm güzel insanlar hepinize merhaba.
Merhaba dostlar merhaba. Sarayköy dışındaki hemşehrilerimiz ve Sarayköy dostlarının özlemlerine katkı adına günümüz Sarayköy görsellerini dostlarla paylaşmak istedik.
Yorumlarınızla bu özlemin dillendirilmesine katkılarınızı bekliyoruz. Bu sayede fotoğraf kareleri birer kuru resim olmaktan çıkarak, bizlerin yaşamımızın bir parçası olacak ve de Sarayköyümüzün "KENT BELLEĞİ"ne de not düşülmüş olacaktır.
Tüm dostların katkı ve paylaşımlarını bekliyor, esenlikler diliyorum.