21 Aralık 2014 Pazar

CEVAT VURAL, AKSELLER VE BİR FABRİKA HİKAYESİ / Hakkı Hakan TOK




CEVAT VURAL, AKSELLER VE BİR FABRİKA HİKAYESİ - Hakkı Hakan TOK / (NOT: GAZETEM ÖZEL'de yayınlanmıştır.)

Her şey zamanın Sarayköy Kaymakamı olan Cevat Vural'ın mülkiye müfettişi olarak tayininin çıkmasıyla başladı. Hükümetin İçişleri Müşteşarı Dilaver Argun Bey henüz üç yıllık bir kaymakamken bir icraati (Sarayköy'e genelev açılması girişimini büyük uğraşı vererek engellemişti.) vesilesi ile tanıdığı Cevat Vural'ı mülkiye müfettişi tayin kararnamesi içine almıştı.

O yıllarda müfettişler yılın hemen hemen 12 ayında yurdun dört bir yanında teftiş ve inceleme için koşuşturur, çoluk ve çocukları da ,bavullarıyla beraber gezerlerdi. Cevat Vural'ın da biri eşikte, biri beşikte iki yavrusu, eşi ve annesi vardı. Onları aylarca oradan oraya sürüklemek istemiyordu. Ankara, İstanbul gibi şehirlerde ev kiralayıp ailesini oturtmaya da maddi imkânı yoktu. Genç bir kaymakam için terfi sayılabilecek bu tayin haberi, Cevat Vural'ı sevindirmek şöyle dursun, kara kara düşündürdü.

KAYMAKAM CEVAT VURAL

Önce Cevat Vural'ın Sarayköy hikayesine kısa bir dokunuş yapalım.
Vural 1925 yılında Bor'da doğdu. 1949'da Ankara Siyasal Bilgiler Okulu İdari Şube’den mezun oldu. 1955 yılında o zamanki deyişi ile '' Mahrumiyet Bölgesi '' hizmetini Bitlis'in Mutki ilçesinde tamamlayıp Sarayköy'e atandı. Kendi ifadesine göre Sarayköy, Mutki'den sonra tek kelime ile Paris idi. İnsanları güleryüzlü, sıcak kanlı, kadirşinas ve sevecendi. Halktan öyle bir yakınlık gördüler ki, eşiyle beraber “bizi daha iyi bir yere tayin etseler” diye hiç düşünmediler bile. Elinden geldiğince ilçe sorunlarına çözüm bulmaya çalışıyor. Zamanının büyük bölümünü yeni iş sahaları yaratmak için geçiriyordu.
1950'lerin Sarayköy'ü, ovasının ortasından Menderes Nehri geçen ve tarlaalrı devletin yaptırdığı kanallarla sulanan, arazisinde bol ve kaliteli (Akala 1) yetiştiren bir Ege ilçesiydi. İlçede, kardeşlerinden biri Belediye Başkanı olan Akseller ailesine ait çok küçük bir çırçır fabrikasından başka sanayi tesisi yoktu. Bu yüzden Sarayköy’de üretilen pamuk, çoğu kez İzmir'deki pamuk tüccarlarına satılıyordu. Kaymakam Cevat Vural ilçeyi ve halkını tanıdıktan sonra ileri gelen pamuk üreticilerini makamına toplayıp “niçin bir tekstil fabrikası kurarak bu güzelim pamukları burada işleyip değerlendirmediklerini” sordu. Üreticiler “bunun için bir iki defa teşebbüs ettiklerini, fakat aralarında anlaşmazlık çıkıp dağıldıklarını” söylediler.

AKSELLER

Biraz da Aksellerden bahsedelim ...
Akseller ailesinin lideri olan rahmetli Hüseyin Aksel, ortaokuldan terk eğitimli; O zamanlar yaşayanlarının dile getirdiği üzere ‘’ Zeka, kurnazlık, ileri görüşlülük, bonkörlük, zalimlik, insan yönetimi, vefa, ihanet, cesaret ‘’ gibi özelliklerin hepsine ve üstelik çok üst düzeyde sahip, inatçı ve sabit fikirli bir insandı. Sarayköylüler kendisinden korkarlar, saygı gösterirler ve imkân nispetinde uzak durmaya çalışırlar, onunla işbirliği yapmaktan kaçınırlardı. Sarayköy’deki en büyük sermaye Onlarındı. İhsan Aksel de 1948-1950 ve 1951-1956 yılları olmak üzere iki defa belediye başkanlığı yapmıştı.
Hüseyin ve Kemal Aksel, 1955 yılında Akseller İplik Fabrikası’nı kurarlar. Kazançları iyidir. İşletmeyi daha da büyütmeye karar verirler. Çok ortaklı yeni bir yatırıma teşebbüs ederler.
İşte Cevat Vural ve Aksellerin hayatı bu olayla kesişir.
Cevat Vural ilçemiz kaymakamlığındaki bir buçuk yıllık çalışma süresince olaylar ve problemler karşısındaki davranışları ile halkın, âmirlerinin ve Denizli milletvekillerinin bile takdirini ve güvenini kazanmıştı.

TAYİN

İşte en başta anlattığımız Kaymakam Cevat Vural’ın mülkiye müfettişi olarak tayininin çıkması tam bu zamana denk gelmişti.
Sarayköylüler henüz 19 aydır ilçede bulunan Vural’ın tayininin çıkmasına çok şaşırmışlardı. Bunun da ötesinde beraber yola çıktıkları bir fabrika kurma çalışması vardı. Haberi duyan fabrika yönetim kurulu üyeleri topluca hükümet konağına gittiler. Kaymakam beyin ilçeden ayrılması halinde, şirketin dağılacağını, fabrikanın kurulamayacağını, ona izah ettiler. Akseller, Cevat Vural’a şöyle bir teklifte bulundu:
‘’ Kaymakam Bey, siz devlet memuriyetinden istifa edip fabrikanın başına müdür olun. Gerekirse mecburi hizmet borcunuzu biz öderiz. Bizi böyle yüzüstü bırakamazsınız.’’
Cevat Vural Bey, konuyu düşüneceğini belirterek misafirlerini uğurladı. Daha sonra ilçede kamu görevlisi olarak görev yapan amirlerin ve müdürlerin hepsini çağırarak, onlara durumu anlattı ve tek tek görüşlerini aldı. Gelen konukların hepsi de sözbirliği yapmışcasına “bu işin geleceğini pek iyi görmediklerini, bir kaç ay içinde bu işten ve Sarayköy’den ayrılmak zorunda kalabileceğini” Kaymakam Bey’e söylediler.
O yıllarda böyle bir sebepten dolayı kaymakamlıktan istifa edip, aynı ilçede kalmaya devam eden biri yoktu. Cevat Vural belki bir ilke imza atacaktı. Kafasından Sarayköy’den merasimle, alkışlarla ve çiçeklerle yeni görev yerine uğurlanmak geçiyordu ama verdiği son karar kaymakamlıktan istifa edip şirketin başına geçmek oldu. Çünkü bütün bu çiftçileri ve gençleri, o ayağa kaldırmıştı. İlk işi dubleks bir ev olan kaymakamlık konağını hemen boşaltıp iki odalı küçük bir eve taşınmak oldu.
Bütün bunların bir araya gelmesi sonucu Hüseyin Aksel ve Cevat Vural önce 10-15 ortaklı bir buçuk milyon sermayeli Sarayköy Pamuklu Sanayi A.S. yi kurdular. Cevat Bey aslında ortak değildi. O, sadece Sarayköy’ün menfaati için böyle bir çalışma içine girmişti. Vural zamanını çiftçileri ziyaret ederek ve bu şirkete ortak olmalarını anlatarak geçiriyordu. Bir ay gibi kısa bir zamanda 116 kişilik bir ortaklık olmuştu. Şirketin büyük ortağı % 40 gibi bir oranla Akseller firması idi.

KURUCU MÜDÜR

Artık harap bir odada kırık bir masa ve iki sandalyeden ibaret şirket genel müdürlük makamındaydı. Yanında şirketin daktilocusu, sekreteri ve hatta odacısı olan Ahmet Kuyumcu görev yapıyordu. Şirket kurulmuştu, kurulmasına ama ne bir arsa, ne bir makine alacak döviz, ne bir fabrika inşa edecek para, ne de görünürde bir kredi vardı.
Ülkenin genel görünümü de bundan daha iyi değildi aslında. Ekonomi raydan çıkmış, enflasyon yükselmekte ve karaborsa almış başını gitmekteydi. Menderes hükümeti sadece baraj ve yol gibi alt yapı harcamaları yapıyordu. Amerika’dan gelen Marshall yardımı ise haklı veya haksız sebeplerle 3-4 yılda tüketilmişti.
Fakat Cevat Vural’ın içini ferahlatan bir durum vardı. Yönetim kurulunun hepsi akıllı, iyi niyetli ve tam bir dayanışma içindeydi. Üstelik hepsi de Vural’a sonsuz güveniyordu.
Cevat Vural’ın kaymakamlıkta gösterdiği başarıdan dolayı zamanın Denizli milletvekilleri olan Rafet Tavaslıoğlu, Baha Akşit ve Mehmet Karahasan’la arası oldukça iyiydi. Onların sayesinde istediği zaman Adnan Menderes ile, hatta Cumhurbaşkanı Celal Bayar ile de görüşüyordu. Üstelik Belediye Başkanı da bir başka Aksel, yani İhsan Aksel’di. Zaten o da şirket ortağıydı. Bütün bu durumlar Vural’da bir iyimserlik yaratıyordu.
Cevat Vural şirkette işe başladığı gün bir acı yaşadı. Henüz 9 aylık olan kızı Özden ishalden öldü. Kızını defneden Vural, acısını içine atarak aynı gün daha önceden alınan bir randevudan ötürü Ankara’ya gitti. Çeşitli dostlarıyla bir araya gelerek yaptığı görüşmelerde, o günlerde İtalya hükümetinin Türkiye’ye 300 milyon dolarlık bir kredi açtığını öğrendi. Bir iki temastan sonra bu kredinin 300 bin dolarlık kısmını Pamuklu Sanayi A.Ş.’ye tahsis ettirmeyi başardı.
Sarayköy’e gelince de ilk işi Menderes Nehri’nin geçtiği köprünün sağ tarafındaki geniş araziyi sembolik bir ücretle belediyeden koparmak oldu. Artık arsaları ve makine alacak paraları vardı.
Fabrikanın iplik, dokuma ve apre boya ünitelerinden oluşması planlandı. Fabrikayı kurarken İtalyan firmalarından ve Sümerbank mühendislerinden faydalanacaklardı. Makineler İtalya’dan Marzoni’den ithal edilecekti.
Cevat Vural projenin başındaki biri olarak bazen tek başına, bazen diğer üyelerle devamlı olarak Ankara-İstanbul-İtalya üçgeninde koşturdu. O zamanlar inşaat demiri almak için bile Ankara’da Ticaret Bakanlığı’ndan tahsis belgesi alınmak zorunluydu. Bu belge ile İstanbul’a gidilip demir bağlantısı yapılıyor ve Sarayköy’e malı götürecek kamyon aranıyordu. Yani bir demir almak bile uzun bir zaman gerektiriyordu.
Bunun yanında araziyi yeşillendirmek için 150 kadar okaliptüs fidanı bulup getirdiler. Şirketin parasını harcamamak için fidan dikme işini Cevat Vural ve Ahmet Kuyumcu beraber yaptılar.

TEMELİ MENDERES ATAR

Fabrika 5500 m2 arazi üzerine yapıldı. Şirketin 4.000 lirası ödenmiş, 5.000 lirası ödenmemiş 9.000 lira sermayesi vardır. Temel atma törenine Başbakan Adnan Menderes ve ilgili bakanlar katıldı. İki yıl sonra fabrikanın teknik, idari binaları ve lojmanları tamamlanır. İnşaat aşamasında Adnan Menderes iki kere daha fabrikayı ziyarete gelir. Hatta bir keresinde personelin kendisine ikram ettiği kahveyi alarak Cevat Vural’a uzatır. ‘’ Bu kahve önce müdürümüzün hakkıdır. Bana bir başkasını yapın.’’der. Bu sözler Cevat Vural ve diğerleri için iyi bir motive olmuştu.
Fabrika nihayet 1958 yılında üretime geçer. 80 civarında tam otomatik dokuma tezgahında ve 700-800 kişi çalışanla üretim başlar. Döşemelikte kullanılan krep, jakarlı masa örtüleri üretilir. Artık keyifler yerinde ve her şey yolundadır.
Ama bu mutluluk çok sürmeyecektir. Aynı yılın Eylül ayında yapılan büyük bir devalüasyon Pamuklu Sanayi A.Ş.’nin borcunu bir gecede üçe katlar. Bir ABD Doları 2,82’den 9;20 seviyesine çıkar. Bankalar açtıkları krediyi kestikleri gibi, verdiklerini de geri istiyorlardı. İş Bankası, Ziraat Bankası ve Raybank’a ödenecek acil borçlar vardı.
Bunun yanında elektrik ve su hala tam anlamıyla getirilememişti. Bir anda her şer siyaha dönmüştü. Sonra da binalara, henüz ambalajı açılmayan makinelere mahkeme ve icra kanalıyla el konuldu. Sermaye zaten sıfıra inmişti.
Ülkemiz bir kaosun içindeydi. 1960 ihtilalinin ayak sesleri duyulmaya başlamıştı. Bu durumda yapılabilecek tek şey fabrikanın kapısına kilit vurup, zamanın ve olayların gelişmesini beklemekti.
Bunun sonucunda Cevat Vural tekrar memuriyetine geri döndü. 3 yıllık Pamuklu Sanayi ve Akseller serüveni O’nun için bitmişti. Gözyaşları içinde ilçemizden ayrıldı. Hiç ummadığı bir gelişmeydi ama içi huzurluydu. O, elinden gelen gayreti göstermişti. Yıllar yıllar sonra tekrar yetiştirdiği okaliptüs ağaçlarını ziyarete gelecekti. O’nun hikayesi de başkaydı.

ÇİLELİ YILLAR

Artık Pamuklu Sanayi A.Ş. yoluna Cevat Vural’sız devam edecekti. Zaman hızla geçer. 4 yıl sonra su ve elektriğin tam olarak gelmesi ve şirketin borçlarının konsilide edilip taksitlendirilmesiyle sınırlı bir şekilde tekrar üretime geçilir. Fakat borç kamburu ve yönetimdeki kesmekeşlik nedeniyle yeterli üretim yapılamaz.
1967 yılına gelindiğinde Hüseyin ve Kemal Aksel kardeşler siyasetçiler ve bürokratlarla arasının iyi olduğunu bildikleri Denizlili işadamı Esat Sivri’ye ortaklık teklif ederler. Sivri ile birlikte Mesut Cillov, Burhan Uzunoğlu, Zihni ve Zikri Güdüm gibi isimler de ek sermaye koyarak Pamuklu Sanayi A.Ş.’ye ortak olurlar ve yönetime girerler. Bu taze sermaye girişi ile fabrika tekrar çalışmaya başlar ve Sarayköylülerin en büyük ekmek kapısı tekrar açılır. Akseller, Esat Sivri ile birlikte zamanın Başbakanı Süleyman Demirel ile görüşürler. Zorlukların aşılmasında katkı olur diye Demirel’in kardeşinin Isparta’daki kereste fabrikasından ortaklık hissesi bile alınır. Temin edilen kısmi krediler ile fabrikanın çarkları bir süre döner. Ama sorun kökten çözülmediği için sıkıntılar artarak devam eder. Sarayköylü küçük hissedarların sermaye payları pula döner. İyice küçülen sermayeler artık bir gömleklik poplin bile alamaz hale gelir.
Sonrasında ortaklar arasında da anlaşmazlıklar yaşanmaya başlanır. Yeni ortakların ardından en son da Esat Sivri şirketten kendi ifadesiyle ‘’ Kovulmadan ‘’ ayrılır.
Ondan sonra da Pamuklu Sanayi zaten hiç kurtulamadığı borç batağında boğulup gider. Sarayköylüler için güzel umutlarla başlayan ama ne yazık ki hüsranla sonuçlanan bir yatırım girişiminin uzun ve karmaşık bir hikayesidir bu. Kurulduğu günden itibaren 3 askeri darbe, 13 hükümet gören, ekonomik ve siyasi istikrarsızlık sonucu ancak 1980 yılına kadar dayanabilen fabrika, o tarihte el değiştirerek Pamuklu Sanayi Menderes Tekstil adını alır.

YENİ DÖNEM

1984 yılında fabrikayı icra satışından alan Alaşehirli Akça Holding, bazı yeni tesisleri de ekleyerek fabrikayı halen Menderes Tekstil adı ile, başarılı bir ihracatçı firma halinde çalıştırmaktadır.
Cevat Vural ile ilgili son notlarımız ise şöyledir.
Cevat Vural yıllar sonra 1999’da yani Sarayköy’den ayrıldıktan 41 sene sonra Pamukkale’yi gezmeye gelir. Sonra yıllarca emek verdiği fabrikayı ziyaret etmek ister. Kapıdaki görevlilere kendisini tanıtarak yöneticilerle görüşmek istediğini beyan eder. Fakat içerideki üst yönetimden gelen yanıt şudur:
‘’ Biz Cevat Vural diye ne bir kaymakam, ne de bir kurucu tanımıyoruz. Fabrikamızı gezip görmesine de izin veremeyiz.’’ Cevat Vural hiç ummadığı bir muamele karşısında üzücü bir şekilde ilçemizden ayrılır.
Fakat iki sene sonra 2001 yılında gene Sarayköy’de mutluluk gözyaşlarına boğulur. Belediye Meclisi ilçenin bir caddesine O’nun isminin verilmesine karar vermişti. O gün yapılan törende mutluluğun doruğuna ulaşmıştı. O günkü törende Kaymakam Mustafa Döner, Belediye Başkanı Ahmet Çelikak’ın yanı sıra, fabrikanın kuruluş macerasını sonradan öğrenen Menderes Tekstil yetkililerinden Ahmet Göksel ve Ali Atlamaz da ilk kurucu müdür Cevat Vural’ı bir şükran belgesi ile onurlandırarak adeta iki yıl öncesinin günahını çıkarmışlardı.
Şimdilerde ise fabrika 3000-4000 kişiye ekmek kapısı görevini yapmaktadır.


Kaynak: Hakkı Hakan TOK, Facebook
 “Dünyadaki Sarayköylüler” Gurubu 

* * * * * * * * * ** * * * *

Konuya ilişkin paylaşımşlar:
Can Peker: nereden nereye..? çok güzel bir çalışma ..tebrikler..

Can Sarayköysürcükursu Hakki Kazim ÇOK BEĞENDİM

TC Orhan Güler: YÜREĞİNE KALEMİNE SAĞLIK HAKANCIM ÇOK TEŞEKKÜR EDERİM .
Hüseyin Ay: Sarayköylü olarak Cevat Vural kim olduğunu ögrenmiş olduk. Yüreğine kalemine sağlık Hakan Abi

Emin Helvacılar: Kendisini hatırlıyorum ama, bu kadar fedakar ve değerli olduğunu duymamıştım.

İbrahim Helvacı: Cevat Bey benim ODTÜ'ye geldiğim 1966 yılında Ankara'da Makine Kimya Endüstrisi Kurumu (MKE) Genel Müdür Yardımcısı idi.

İbrahim Helvacı: Cevat Bey benim ODTÜ'ye geldiğim 1966 yılında Ankara'da Makine Kimya Endüstrisi Kurumu (MKE) Genel Müdür Yardımcısı idi.
Rahmetli babam Ahmet Helvacı, Cevat Bey'in Sarayköy'deki yakın dostlarından biri idi. Sömestre veya yaz tatilinde Sarayköy'den Ankara'ya dönerken babam Sarayköy pazarından koyun veya keçi sütünden yapılmış kese yoğurdu alır ve bana bir görev verirdi:
- Cevat Bey kese yoğurdunu çok sever; bunu götür kendisine ver ve benim de selamlarımı söyle...
Ankara'ya geldiğimin ertesi günü MKE'nin Tandoğan Meydanındaki binasına gider, babamın selamını söyleyip Sarayköy yoğurdunu Cevat Bey'e teslim ederdim. Makamında çok meşgul olmasına rağmen beni çok kibar bir şekilde ve güleryüzle karşılar, teşekkür eder, babamı ve Sarayköy'deki diğer yakın dostlarını sorardı.
Cevat Bey'in 1990 sonlarında Sarayköy'e uğradığını ve hayatta kalan eski dostlarını arayıp görüştüğünü; bu çerçevede babamı da evinde ziyaret ettiğini o yıllarda babam bana anlatmıştı.
Yaşamını sürdürüyorsa Cevat Bey'e sağlıklar; ebediyete göçmüşse rahmetler dilerim.

İbrahim Helvacı: Küçük bir düzeltme:
İhsan Aksel'in Sarayköy Belediye Başkanlığı yaptığı dönemler 1948-1950 ve 1951-1956 olarak yazılmış. Sarayköy Belediyesi'nin internet sitesinde 1951-1956 ve 1957-1958 olarak gösteriliyor.

Hakkı Hakan Tok: Abi tesekkur ediyorum. Yazimin ana kaynagi Cevat Vural'in yazdigi kitap. Tekrar bakacagim.

İbrahim Helvacı: Bu güzel ve kadirbilir paylaşım için bir Sarayköy'lü olarak asıl ben teşekkür ederim Hakkı. Benim yaptığım, hatırladıklarımla kıyısından-köşesinden katkı yapmaktan ibaret....
Biliyorsun, 1948-1950 arası CHP'nin tek parti dönemine rastlar ve gene tüm Sarayköylülerin bildiği gibi Akseller Sarayköy'de Demokrat Partinin (DP) temel direği idi. O nedenle DP'li İhsan Aksel'in CHP'nin tek parti döneminde Belediye Başkanı olması mümkün değildir diye düşünüyorum.
Nitekim Belediyenin web sitesinde 1948-1950 dönemi Belediye Başkanının Münir Alp olduğu yazıyor. CHP'li Münir Bey'in (çok emin olmamakla beraber) Hüdai Oral'ın kayınpederi olduğunu ilkokul-ortaokul yıllarımda (1955-1963) Sarayköy'de duyduğumu hatırlıyorum.
Münir Alp'in torunu Münci Alp ise 1960 ortalarında Sarayköy Gençlik Kulübünde ve Denizli Lisesi futbol takımında kalecilik yapardı. Münci Alp'in ailesi o yıllarda Denizli'de yaşıyordu.

6 Aralık 2014 Cumartesi

Sarayköyden Fıkra Tadında Öyküler / İLHAN ÇATMA


SON YİRMİ DAKİKA - İLHAN ÇATMA

Sarayköylü şoförlerden Mahmut ağabey kamyonuna İstanbul için yük bulur. Giderken de 
’’ yalnız gitmeyeyim, hem yoldaş olur, hem de arada bir direksiyon sallayıverir, bende dinlenirim’’ 

düşüncesi ile şoför Sakallı Ahmet ağabeyi yanına alarak yola çıkar. 

Ahmet ağabey yola çıktıktan hemen sonra uykuya dalar. İstanbula kadar hiç uyanmaz. Mahmut ağabey kendi kendine 

‘’Hiç faydası olmadı. Belki dönüşte faydası olur’’diye söylenir. 

Malı indirirler. Ambara giderler. Ambardan İzmit’e hafif yük bulurlar. Yola çıkarlar. Ahmet ağabey yine hemen uykuya dalar. Mahmut ağabey yine kendi kendine kızarak direksiyon sallamaya devam eder. İzmite varırlar. Mahmut ağabey yükü depoya indirir. İndirdikten sonra depodaki yetkililerden parasını ister. 

Mardinli olan depocular 
’’bir saat geç kaldın’’ diye parasını vermek istemezler. 
Kavga gürültü yaparlarken Mahmut ağabey kamyonun kapısını açar. Uyumakta olan Ahmet ağabeyi uyandırarak 

’’Uyumakla yolları bitirdin. Kalkta bir faydan olsun. Durum bundan bundan ibaret’’der. 

Ahmet ağabey 
‘’ben bir namaz kılayım da ondan sonra onlarla görüşeyim’’ der, 

abdest almaya yönelir. Abdestini aldıktan sonra depocuların gösterdiği yerde namazını kılar. İşyeri'nin patronu da orada namaz kılmaktadır. Beraber namazlarını ifa ederler. Namazdan sonrada bir iki muhabbetten sonra aynı cemaatin üyesi olduklarını anlarlar. Muhabbeti derinleştiriler. Muhabbet bitiminde Ahmet ağabey durumu patrona anlatır. Patron olayı duyunca elemanları çağırır. Bir sürü fırçadan sonra paralarını derhal ödemelerini emreder. Parayı cebine atan Mahmut ağabey 

‘’Yirmi saattir bir işe yaramadın ama son yirmi dakikada işi bitirdin ‘’ 
diye Ahmet ağabeyle sarıl sarmaş olur.
* * * * * * * * * * * * * * * 

PAYLAŞIM: Ismail Yaşar Çömez – Fcebook “Dünyadaki Sarayköylüler” Gurubu - Sarayköyün yerel gazetesi Gazetem Özelden alıntıdır.
DERLEYEN:İLHAN ÇATMA - DERLEME TARİHİ:01.11.2014

Sarayköyden Fıkra Tadında Öyküler / OSMAN ÇÖMEZ



TİCARETTE OLUR BÖYLE ŞEYLER 
/ OSMAN ÇÖMEZ

Sevgili amcam Osman Çömez 1950’li yılların başında, daha askere gitmeden ticarete atılmaya karar verir. 
Manavlığa başlar. Manavlık yaparken daha karlı olur düşüncesi ile meyvayı yerinden, Finike’den almak için yola çıkar. O yıllarda küçük bir ilçe olan Finike’de büyükçe bir portakal bahçesi bakar. Sahibinin kahvede olduğunu söylerler. Kahvede Portakal bahçesinin sahibini bulur, pazarlığa oturmaya çalışır. Çalışır çalışmasına da bahçe sahibi amcamı çocuk görür. 

’’Oğlum senin anan. baban yok mu. Onları al gel de. Öyle oturalım pazarlığa ‘’ der. 
Amcam.. 
’’Dayı, ben anamı, babamı alıp gelsem onlar bir kasa portakal almazlar. Sen ne yapcen onları. Burada para konuşur. Al bahçenin yarı parasını.’’
Araya kahvede bulunanlarda girer. 

’’Hasan çocuk annesini babasını mı getirsin ta Sarayköy’den. 
Paranın yarısını da peşin veriyor. Daha ne istiyon. Ver gitsin’’ derler. 

Kahvede bulunanların teşviki ile Amcam portakalın kilogramı 50 kuruştan olmak üzere bahçenin tahmini yarı parası civarında bir parayı Finikeli Hasan amcaya verir. 
O gün bahçeden bir arabalık portakalı kestiren amcam portakalı Sarayköy pazarında satmak için yola çıkar. Bir hafta sonra tekrar portakal kestirmek için Finike’ye gelen amcam, Hasan amcanın evinin önüne gelir. Dışarı çıkan bahçe sahibi Hasan dayının yüz ifadesi değişiktir. Portakal fiyatları o hafta içinde yükselmiş, 80-90 kuruşa çıkmıştır. 

’’Dayım piyasada portakal fiyatları yükseldi. 50 kuruşa portakal kestirmem. Kaparonu al.” der. 

Osman Amcam.. ’’Öyle şey olur mu Hasan dayı. Biz 50 kuruştan malı sonuna kadar alacağız diye anlaştık. Bahçenin yarı parasını da peşin verdik. Fiyat düşseydi biz yine 50 kuruştan alacaktık.’’ der. 

Hasan Dayı ’’Ben bilmem oğlum. Yengen olmaz diyor’’ der. 

Yengen olmaz diyor lafını duyan amcam 
’’Hasan dayı şimdi kahvede bizim anlaşmamızı senin köylülerin duydu. Bahçenin yarı parasını peşin verdiğimi de gördüler. Ben şimdi seni mahkemeye versem sen bu işten büyük zarar görürsün. Ben bu işin peşini bırakmam. Ama şöyle bırakırım. Kahveye gideceğiz. Sen kahvedeki o anlaşmayı yaptığımız insanların yanında 
‘’Oğlum, portakal fiyatları yükseldi. Benim işleri ben değil yengen biliyor. Portakalı yengen kestirmiyor’’ diye söylersen kaparoyu onların yanında geriye verirsen ben o zaman mahkemeyle uğraşmam. Kaparo mu alır giderim’’ der. 
Alış verişin başında ‘’ananı, babanı al gel’’ diyerek karşısındakini çocuk gören Hasan dayı köylülerinin önüne yada mahkemenin önüne çıkmayı kendine yediremez. Aradaki ince ayarı yakalar. 
’’Haklısın dayım. Ne dedik ne olduk. Aman ha kimse duymasın.’’ der. 

Sorun çıkarmadan malın tamamını sonuna kadar 50 kuruştan keser.
* * * * * * * * * * * * * * * * 

PAYLAŞAN: Ismail Yaşar Çömez – FACEBOOK “Dünyadaki Sarayköylüler” Gurubu
DERLEYEN:OSMAN ÇÖMEZ - DERLEME TARİHİ:09.11.2014

SARAYKÖYDEKİ TARİHİ ÇEŞMELERİMİZ / ALİ RIZA ÖNAL

SARAYKÖYDEKİ TARİHİ ÇEŞMELERİMİZ

Çok değil, bundan yaklaşık olarak 65 yıl önce evlerde çeşmenin olması, çeşmelerden gürül gürül suların akması hayal gibi bir şeydi. İnsanımız evinde kullanacağı suyu kendine en yakın yerden, Sarayköy’ün çeşitli muhitlerine yapılmış çeşmelerden temin ederdi. Aşağı mahalleden yukarı mahalleye kadar bir çok çeşme mevcuttu o yıllarda. O yılları bilenlerimizin hatırladığı kadarıyla Aşağı mahallede Çerkez hasan evi ile Osman Kozakçı evi önünde bulunan Ömerler çeşmesi, Haydar çetin’in evinin karşısında Celal Varlıkların evinin önünde Akalli çeşmesi, Belediye meydanında Güner Kısanın evinin önünde Terazi çeşmesi, Hükümetin önündeki Güzelleştirme çeşmesi, Babadağ yolu üzerindeki Aş yemezin evinin önündeki Kadıköylü Hamdi çeşmesi,Eski Denizli yolunda Mesut Gürsoy’un bağın önünde su hattı ayrı olan Çeştepe’den gelen Hafız Cemal çeşmesi. Hafız Cemal çeşmesinden gelen suyun hattı çeştepe’den geldiği için Sarayköylüler buranın suyunun iyi su olduğunu , suyunun tatlı olduğu nu söylerler. Dedik ya , 1950’li yılların başına kadar Sarayköy’ün içme suyunu, kullanma suyunu Sarayköy halkı bu çeşmelerden temin ederdi. O günlerde damacana su satışları daha bilinmediği için o günkü insanlarımız çeşmelerde akan su haricinde iyi su olarak eski Denizli yolunda bulunan bu gün dolma köprü diye tabir ettiğimiz köprünün ayağının altında Mesut Gürsoy’ların bağlarının yanındaki çeşmeden sularını temin ederlerdi. Tabii o günlerde o vasıtalar olmadığı için suları getirmek zordu. O işi de eşeklerle halletmişler güzel insanlarımız.

Hikayemizin kahramanı olan, Efe meydanında market işletmecisi rahmetli Sarıoğlu Mustafa Önal o yıllarda, rahmetli Arif Böcek’in Gençlik pastanesinde çalışmaktadır. Ailesi ile beraber yaz aylarında her Sarayköylünün yaptıkları gibi bağa göçen Mustafa amcanın bağlarının Çeştepe’den gelen suya yakın olduğunu bilen Arif Böceğin babası Memet Ağa dayı Mustafa amcaya her sabah gelirken Çeştepe suyundan bir testi su alıp gelmesini ister. Mesafenin uzun olmasından dolayı her gün sabah sırtında alıp geldiği su Mustafa amcayı ilk günler yormasa da sonraları yorucu ve sıkıcı gelir. Ne yapayım diye düşünürken arkadaşının biri’’Ulen olum, her gün ta ordan bure bi desdi su gelmez.’’
-Ne yapam. Yol göster.
-Yapcen bir iş var. Desdiyi boş alıp gelip Aşyemezlerin evinin önündeki çeşmeden doldurcen. Memeta dayın o suyu Çeştepe suyu sanır. O suyun eyi su olup olmadını anlımaz.
Bu plan Mustafa amcanın kafasına yatar. Mehmet Ağa dayı suyun iyi su olmadığını anlarsa mecburen yine desti sırtta Çeştepe’den doldurmaya devam ederiz diye düşünür. Planı hemen ertesi günü uygular. Destiyi bağ evinden boş alır gelir, suyu Aşyemezleri evinin önündeki çeşmeden doldururak, getirir Mehmet ağa dayıya verir. Öğleden sonrada sorar. ‘’Memeta dayı su nasıl, güzelmi’’Son gelen su Mehmet ağa dayının çok hoşuna gitmiştir.’ ’Allah razı olsun Mustafa oğlum. Bu getirdiğin su bek datlımış. Sanki daha önce gelenden daha güzel gibi geldi bana’’
Herkesin razı olduğu bu durumdan sonra Sarıoğlu Mustafa amca suyu Aşyemezlerin oradan doldurmaya devam eder. Arada sırada şikayet var mı diye de sormayı ihmal etmez.
* * * * * * * * * * * * * * * 
Paylaşım: Ismail Yaşar Çömez – Facebook “Dünyadaki Sarayköylüler” sayfası DERLEYEN:ALİ RIZA ÖNAL - DERLEME TARİHİ:10.09.2014

30 Kasım 2014 Pazar

SARAYKÖYDE 1960'LI YILLAR, İLKOKUL HATIRALARIM / MEHMET ÇEVİK


İLKOKUL HATIRALARIM

GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ HAYALİ CİHAN BEDEL
AAAVAAZEYİ ŞU ALEME DAVUT GİBİ SAL,
BAKİ KALAN BU KUBBEDE HOOOŞŞ BİR SEDA İMİŞ


Dalım oğul, balım kız,
İlkokula daha başlar başlamaz öğrendiğim ilk şarkı ;
Daha dün annemizin kollarında yaşarken,
Çiçekli bahçemizin yollarında koşarken,
bugün okullu olduk, sınıfları doldurduk,
Yaşasın okulumuz, yaşasın okulumuz !

İkincisi ise ;
'Kon kon kelebek
Bir gonca çiçek,
Yıllar geçecek,
Ömrüm bitecek.’
Şarkısıydı. 

Bu güzel ama, sonu hüzünle biten şarkı beni çok hüzünlendirirdi. Kelebek ve çiçek çok hoşuma giderdi yalnız, ömrümün bitmesini o çocuk aklımla anlayamazdım bir türlü ve içimi bir hüzün kaplardı ve ciddiye alırdım.

‘Sansar kazı niye çaldın, onu bana ver,
Avcıya söylersem yandın sansar,
Avcı sana ateş ederse,
Avcı uzun tüfeğini sana dikerse.’

Diye cetvellerle ateş eder gibi yapardık ve kazı sansarın elinden kurtardığımız içinde mutlu olurdum. Bu ne inanırlık, ne safiyane bir mutluluktu o. 
Rüya görür gibi şarkıların , olayların, resimlerin, dergilerin renklerin içine dalar giderdik. Saf, tertemiz, günahsızdık. Duvarlardaki yazılar, günlerin,ayların,mevsimlerin adları, sayılar, sayı saymak için fasulye, nohut taneleri benim için çok değerli şeylerdi.

Öğretmenlerimiz çok değerli insanlardı. Müdür Ahmet Küçük, Sınıf öğretmenlerim Hatice Sezer ve Rafet Taş. Ahmet Türcan, Ömer Gültekin, Hüseyin Girgin, Lalefer Çukurlu, Neriman Özmen, Mustafa Meriç, Sadık Kocabaş, Meftune Zeybel ve Suzan Kudal. Bunlar hatırlayabildiklerim. Hepsi Atatürkçü ve Cumhuriyetçi, Vatanını, Milletini seven insanlardı. Bizi de böyle yetiştirdiler. 
Ömer Gültekin çok şakacıydı. Tembel öğrenciler için şöyle söylerdi : 

‘Akıl marangoz, fikir cicoz, gidiveee geri getir, Abdi garıyı boşamış, neynesing Deli Bekir.’ 
Ve devamla, 
’15 tavuk yetmedi, fındıgı dıgıdık, fıstıgı dık, şu tembellik gitmedi,fındıgı dıgıdık fıstıgı dık.’ 
Diye bizi güldürürdü. 
Ahmet Türcan ise; çok iyi konuşur, 10 Kasımlarda ve özel günlerde o konuşma yapardı. Ara sıra bize şöyle tekerlemeler öğretirdi : 

‘Kirli muusii, debinduusi, ara sıra dittiriyooriisi.’ Ya da, ‘Harp harp, harpıtallar derler bize.’ Gibi.
İlkokul 5. Sınıftaydık . Öğretmenimiz Rafet Taş, ‘Çocuklar, Meryem Ana, Efes Harabeleri ve Ortaklar Öğretmen ‘Okuluna gezi hazırladık. Kişi başı 5.5 Lira, gitmek isteyen hazırlansın.’ Dedi. Ben çok mutlu olmuştum. Sarayköy dışına hiç gitmemiştim ki. Aylardan Mayıstı, eni konu henüz ısınıyordu. Kardeşim Ali, kuzenim M.Ali ve ben paraları ödeyip hazırlandık. Okulun önüne Magırus marka kocaman burunlu eski bir otobüs geldi. Biz o zamanlar ona Türkçe adıyla ‘Hoşgör’ ya da ‘dönmez’ diyorduk. Keşki adı aynı kalsaydı. Neden İngilizce olarak söylüyoruz ki şimdi ?
Ben yeni elbiselerimi ve renkli naylon çoraplarımı giymiştim. Ortalara bir yere Osman Güneri ile aynı koltuğa oturmuştuk. Hoşgör önce bir homurdandı, şoför vitesi zor geçirdi, ağaçta ki kuşlar bile duydu kaçtı. Koltuklar sallandı, biz önce öne, sonra arkaya bir gittik geldik. Arkadaşım başını vurdu,’anam’ dedi. Motor önde olduğu için çok gürültü yapıyordu. Hoşgörümüz hızla aşağıya doğru yol alıp Sarayköy dışına çıkarak İzmir istikametine doğru yol almaya başladı. Şimdi böyle bir höşgör olsaydı, müzeye koyarlardı her halde Afrodisiyas Harabelerinde Yunanlılardan kalma M.Ö. bilmem kaç yılında kazılardan çıkma diye. Ama biz son derece neşeliydik. Okul, ders yoktu. Menderes köprüsünü geçip dağlarından yağ, ovalarından bal akan asıl Ege’ ye doğru son sürat ilerlemeye başladık. Birbiri peşi sıra uzanan mavi dağlar, yemyeşil ovalar, şuraya buraya serpilmiş irili ufaklı köyler geçiyorduk. Menderes Nehri sol tarafımızda bazen bizi takibediyor, bazen de saklanıyordu. Rehber olduktan sonra öğrendiğime göre, bu isim Türkçeye, Yunanca ‘Meandros’ kelimesinden gelme. Zamanla Türkçeleşmiş. Bizde çok şükür okuma-yazma kıt olduğu için onu Türkçe sanıp isim-soy isim olarak kullana gelmişiz. İngilizceye de ‘Meander’ olarak geçmiş. ‘Kıvrım yapan, kıvrılan’ demektir. O da zaten durmadan kıvrılarak akar. Şişman, palabıyıklı, efe görünümlü şoförümüz o zamanlar CD ya da kaset olmadığı için ‘pick up’ a bir plak koyuvermişti. O şarkıyı yıllar geçti hiç unutamadım :

‘ Hopur hopur hoplayın,
Kızlar çiçek toplayın,
Hovarda erkekleri,
Aranıza sokmayın.
Tahta taraba
Yandım Arab’a
Arap kızı neylesin,
Satar Arab’a

Önce Efes’e uğradık. O çocuk aklımla bile hayran kaldım buraya. Her şey taştan yapılmış, kolonlar, yollar, sütunlar, heykeller hepsi taştı. M.Ö oluşturulan bu şehir hala çok şeyiyle ayaktaydı. Modern şehirlerimiz bile bir afet ya da depremle yıkılıyor, ortada hiçbir şey kalmıyordu. Bu antik şehre hayran kalmamak elde değildi. Harika eserleriyle zamanımızdan daha üstün görünümleri vardı. Tek kelimeyle hayran kalmış, küçük dilimi yutmuştum. Ağzımı bıçak açmıyordu. Hayal uykusundaydım. Ara sıra öğretmenlere sorular sorsam da saçma sapan cevaplar alıyordum. Kendi kendime soruyordum: ‘Bu millet niçin tarih bilmiyor, okumuyor’ diye. Buranın tarihini öğrenebilmek için taa binlerce km uzaklardan gelen turistlere gıptayla bakıyor, onları kıskanıyordum. Biz niçin böyle değildik ? Burnumuzun dibinde ki bu harika yerden haberimiz bile yoktu. BU BENDE BÜYÜK BİR İZ BIRAKTI. Burayı turistlere anlatan rehberlere hayran kaldım. Kararımı verdim. Ben de onlar gibi olacaktım. 
İŞTE BENİM ULUSLARASI REHBER OLMAMIN HEVESİ, HAZZI ve KARARI BURADAN BAŞLAR. Nereden bilecektim yıllar sonra ben de İngiltere ye gidecek, okuyacak ve REHBER olarak ülkeme gelip buraları bizzat yabancılara kendi dillerinden anlatacaktım, hem de en az 5 saat ! Allah duamı kabul etmişti. Şükürler olsun. Ayrıca bu yer beni çok etkilemiş olmalı ki, lise 1 de Efes hakkında yazmış olduğum kompozisyon okulda birinci olmuştu. Buradan Meryemanaya gittik ama, kimse bize yine buranın gerçek tarihini anlatamadı ve ben yıllar sonra öğrendim. Her ne zaman oralara rehberlik için gitsem, O ÇOCUKLUK HAYALİM AKLIMA GELİR ve gözlerimden iki damla yaş akar, duygulu ve mutlu olurum. İyi ki bu güzel okulda okumuş ve oralara götürülmüşüm. Şimdi o günler bir anı olarak belleğimde yaşıyor ve ölünceye kadar yaşayacak ve yine gittiğimde oralara duygulanacak, hüzünlenecek, ağlayacak, gözlerimden yine iki damla şükran ve hicran gözyaşları akacak.

MEHMET ÇEVİK
‘Sizden biri, Hala diri,
Bellidir yeri, Turist Rehberi.’

6 Kasım 2014 Perşembe

ADÖV AYŞE / MİLLİ MÜCADELENİN SARAYKÖYLÜ KAHRAMANLARINDAN


AHMET ŞÜKRÜ YAVUZYILMAZ / MİLLİ MÜCADELENİN SARAYKÖYLÜ KAHRAMANLARINDAN


ALİ ÖZKAYA / MİLLİ MÜCADELENİN SARAYKÖYLÜ KAHRAMANLARINDAN


EMİN ASLAN TOKAT / MİLLİ MÜCADELENİN SARAYKÖYLÜ KAHRAMANLARINDAN


FATMA KARADENİZ / MİLLİ MÜCADELENİN SARAYKÖYLÜ KAHRAMANLARINDAN


H. HİLMİ KARACA / MİLLİ MÜCADELENİN SARAYKÖYLÜ KAHRAMANLARINDAN


HULİSİ KAPANCIOĞLU / MİLLİ MÜCADELENİN SARAYKÖYLÜ KAHRAMANLARINDAN


HÜSEYİN DEMİRKALE / MİLLİ MÜCADELENİN SARAYKÖYLÜ KAHRAMANLARINDAN


İSMAİL YAVUZYILMAZ / MİLLİ MÜCADELENİN SARAYKÖYLÜ KAHRAMANLARINDAN


MOLLA BEKİR EFE / MİLLİ MÜCADELENİN SARAYKÖYLÜ KAHRAMANLARINDAN


MÜNİR ALP / MİLLİ MÜCADELENİN SARAYKÖYLÜ KAHRAMANLARINDAN


HALİL YAVUZYILMAZ / MİLLİ MÜCADELENİN SARAYKÖYLÜ KAHRAMANLARINDAN


TAHSİLDAR YUSUF EFENDİ / MİLLİ MÜCADELENİN SARAYKÖYLÜ KAHRAMANLARINDAN


TEĞMEN MEHMET ZEKAİ / MİLLİ MÜCADELENİN SARAYKÖYLÜ KAHRAMANLARINDAN


ÖMER LÜTFİ TOKAT / MİLLİ MÜCADELENİN SARAYKÖYLÜ KAHRAMANLARINDAN


ŞEYH TAHİR EFENDİ / MİLLİ MÜCADELENİN SARAYKÖYLÜ KAHRAMANLARINDAN


İBRAHİM ORHAN / MİLLİ MÜCADELENİN SARAYKÖYLÜ KAHRAMANLARINDAN


KAPANİZADE MEHMET RIFAT BEY / MİLLİ MÜCADELENİN SARAYKÖYLÜ KAHRAMANLARINDAN


MEHMET İHSAN TOKAT / MİLLİ MÜCADELENİN SARAYKÖYLÜ KAHRAMANLARINDAN


31 Ekim 2014 Cuma

SARAYKÖY SEVDALISI BİR SEVGİLİ DOST; İBRAHİM HELVACI / Atila Girgin

SARAYKÖY SEVDALISI BİR SEVGİLİ DOST; İBRAHİM HELVACI

Değerli Dostlar; bu paylaşımda sizlere Sarayköylü güzel insan, Sarayköy sevdalısı dost, Sevgili İbrahim Helvacı Ağabeyimizi tanıtmaya çalışacağız. 
O; ODTÜ kökenli İnşaat Mühendisi bir hemşehrimiz olarak yaşamını Ankarada sürdürmektedir. Aslında onu bir hemşehrimiz olarak tanıtmaya pek de gerek yoktur. Sarayköy kökenli çoğu hemşehrimiz onu yakından bilmektedir. Bizler onu, sosyal medyadaki Sarayköy Sevdalılarından oluşu açısından ele alacağız. Onun kişisel yaşam ve kariyeri çoğu Sarayköylü için bilinir ve takdir edilirken, bundan daha da öte, sosyal medyada Sarayköy'e ilişkin her türlü bilgilendirmenin de dinamosudur. 
Bu konuların adeta bir bilenidir. Her kim Sarayköy'ün kentsel geçmişine, kent belleğine yönelik bir konuda dara düşse, bilgiye gereksinimi olsa, Sevgili İbrahim ağabeyinin katkısı ve desteğini hep yanında hissetmiştir. 
Onun yaşam öyküsünden bazı kesitleri kendi anlatımından alıntılarla sizlere aktarmak isteriz. 
Bu satırlar ; aynı zamanda 1930-1960 arası yıllara ait bir dönemin Sarayköyüne'de ışık tutabilecek özelliktedir. İleride Sarayköy’e ilişkin yazılabilecek yazılara kaynak olabilecek özelliklerde taşıyor.

Özgün metinler :
İbrahim Helvacı - Sarayköy Anıları - 1

“Babam Ahmet Helvaci'nin asil mesleği manifaturacılık değil dede mesleği olan helvacılıktır. Yani rahmetli babam helvacılığı, dedesi Helvacı Hacı Ahmet Efendi ve babası Helvacı İbrahim Çavuş'dan miras almıştır. Seyyar kundura tamircisi Mehmet Efendinin oğlu Arif Böcek de ilkokulu bitirdikten sonra dedemin helvacı dükkânında (ben doğmadan önce) çıraklığa başlamış; asker dönüşünde babamın helvacı dükkânında çalışmaya devam etmiştir. Arif Böceği ben hep öz ağabeyim gibi bilmiş ve sevmişimdir ve de hep 'ağabey' demişimdir; o da bana hep öz kardeşi gibi davranmıştır. Simdi onların hepsi sonsuz uykularındalar; ışıklar içinde yatsınlar.
Bugün Atatürk Caddesi cephesinde Özel İdarenin girişi bulunan ve yanibasindaki Türk Ocağı Sokağı cephesinde uzanan iki katli kâgir yapının yerinde 1955 yılına kadar kerpiçten yapılma, tek katli, yüksek ve büyük bir helva-tahin imalathanesi vardı. Dedemden babama miras kalmış olan bu imalathane tüm yapı derinliğince uzanırdı ve Atatürk Caddesi cephesinde perakende satış bölümü yer alırdı. Babam, 1954 yılının şartlarında ağır kabul edilen bir ameliyat geçirdi ve böbreğinden taş alındı. Ameliyattan sonra, doktorların önerisi üzerine ağır bir iş olan helvacılığı bıraktı ve o işi tamamen Arif ağabeye devretti. Eski helvacı dükkânını da yıkıp bugünkü iki katli kâgir binayı yaptı ve manifaturacılığa başladı. Ben o zaman 6–7 yaslarında idim ve babamın helvacı dükkânını şimdi bile gayet iyi hatırlıyorum. Babam 1966 yılının sonlarında manifaturacılığı da bıraktı ve kâgir binayı bugünkü sahibi olan Özel İdareye sattı.
Dedemden kalma helvacı dükkânının fotoğrafını yıllar sonra Sarayköy Belediyesinin web sitesinde gördüm ve heyecanla hatırladım. http://www.saraykoy.bel.tr/Saraykoy/AlbumE/Albm1.htm sayfasında halen yayınlanmakta olan o fotoğrafı ekte iletiyorum.
Bu fotoğraf, bugünkü Atatürk Caddesinin efe meydanı yönünden belediye yönüne doğru, tam bugünkü Özel İdare Binasının olduğu noktadan çekilmiş. Hemen sol baştaki yüksek tavanlı dükkân dedemin / babamın helvacı dükkânı. Sonraki iki katli bayrak asılı bina Halkevi Binası. Bildiğiniz gibi Demokrat Parti iktidara gelince (1950) Halkevlerini kapattı. Fotoğraftaki Halkevi Binasında bayrak asili olduğuna göre bu fotoğrafın Halkevlerinin açık olduğu 1950'den önceki Sarayköye ait olduğu kesin. Halkevi binası 1960'lara kadar Sarayköy Gençlik ve Spor Kulübünün (bugünkü Sarayköyspor) lokal binası ve kahvehane olarak kullanılırdı. İki katli bu ahşap yapıyı daha sonraki yıllarda Arif Böcek satın aldı, yıktı ve yerine alt kati pastane, üst kati da konut olmak üzere bugünkü betonarme binayı yaptı.
Fotoğrafın sağ başında, babamın dükkânının karşısında, bizim çocukluğumuzdaki Ada Sineması (bugün kahvehane) binasının olduğu yer var. Ada Sineması binası yüksek bir binadır ama fotoğraftaki binalar tek katlı olduğuna göre fotoğrafta, sinema binasından önceki yapıları (dükkânları?) görüyoruz. Ada Sinemasının olduğu yerdeki yapıların tek katlı olduklarını düşünürsek bu fotoğrafı 1930'lu yıllara tarihlemek de mümkün olabilir.
Bu arada adını anmışken Sarayköy Gençlik ve Spor Kulübü hakkında da bir-iki konuya değinmek isterim. Hatırlarsanız, 1960'li yılların ortalarına kadar kulübün rengi sarı-kırmızı idi. Türkiye 1.inci liginde Eskişehirspor fırtınası estiği yıllarda o zamanki kulüp yöneticileri, Sarayköy Gençlik ve Spor Kulübünün renklerini Eskişehir’in renkleri olan kırmızı-siyah'a cevirdiler. 3.ncü lig kurulduğunda futbol yönetmeliği gereği kulübün adı Sarayköyspor oldu, renkleri de kırmızı-siyah olarak kaldı.
Dostluk ve esenlik dileklerimi gönderiyorum.
İbrahim Helvacı”
Kaynak:

https://saraykoyozlemi.blogspot.com/2009/10/ibrahim-helvac-saraykoy-anlar-1.html

* * * * * * * * * * * * * * * *
İbrahim Helvacı - Sarayköy Anıları - 2
Sayın Girgin,
İnternette gezinirken bir rastlantı eseri blog’unuza ulaştım. Birbirimizi doğrudan tanımasak bile birer Sarayköylü olarak paylaştığımız pekçok ortak anımız olduğunu gördüm.
Ben de Sarayköylüyüm. 1966 yılında üniversite eğitimim için geldiğim Ankara'da kaldım ve o zamandan beri Ankara'da, ama hep Sarayköy’ü anarak yaşıyorum. Babam (3 sene önce vefat etti) ve annem (halen yaşıyor) Sarayköy’de oturdukları ve aslında Sarayköy’e olan gönül bağımı hiç koparmadığım için her fırsatta Sarayköy’e gider, hem ailemi hem akrabalarımı ve hem de çocukluk arkadaşlarımı ziyaret ederim; bu ziyaretlerden de büyük keyif ve mutluluk alırım.
1954–55 öğrenim döneminde Gazi İlkokulunda Abdullah Aslankara'nın öğrencisi olarak 1. sınıfı okudum. Sonraki sınıflarda ise 24 Mayıs İlkokulunda Galip Haznedar’ın öğrencisi oldum, 1960 yılında ilkokulu bitirdim. 1960–63 yılları arasında Sarayköy Ortaokulunda başladığım orta öğretimimi 1963–66 yılları arasında da Denizli Lisesinde tamamladım..................................................
Sarayköy hakkında yazdıklarınız ve yazacaklarınızı zevkle okuyacağımı ve bunlara hafızamın ve aklimin erdiği kadar katkıda bulunmaya gayret edeceğimi bilmenizi isterim.
Sağlık ve esenlik dileklerimle.
Kaynak:

https://saraykoyozlemi.blogspot.com/2009/10/ibrahim-helvac-saraykoy-anlar-2.html











28 Ekim 2014 Salı

PAŞA DAYININ KÖFTECİ DÜKKANI ( KÖFTECİ İNANKUL ) / ATİLA GİRGİN

SARAYKÖYÜN ÖZGÜN MEKANLARINDAN KÖFTECİ İNANKUL
Sarayköyün kent belleğinde iz bırakan mekanlardan biriside İnankul köftecisidir. 1960'lı yılların Sarayköy'ünde çoğu Sarayköylü hemşehrimizin ayak alışkanlıklarından olarak çoğu zaman uğradığı, biribirleriyle güzel muhabbetler ettiği mekanlardandı İnankul Lokantası.

O yılları yaşamış çoğu hemşehrimizin mutlaka bir anısı vardır orası için. Halen içkisiz olarak varlığını sürdüren bu mekanda yine harika Sarayköy köftesi ve mezeleri ve diğer özgün Sarayköy tadlarını görür, beğeniyle tadabilir, ağız tadıyla kendinize bir öğünde olsa ziyafet çekebilirsiniz.

Bu yazı o mekanın reklamını yapmak düşüncesiyle hazırlanmadı bilesiniz dostlar. Bu güzel mekan biz Sarayköylülerin belleğinde iz bırakmış önemli yerlerdendi, ol nedenle siz sevgili dostlarla paylaşma gereğini duyduk. Dostluk, kardeşlik ve esenlik dileklerimizle.
* * * * * * * * * * * * * * * 
Sarayköy sevdalısı sevgili İbrahim Helvacı ağabeyimizin paylaşıma ilişkin notu:
Günümüzün "İnankul Izgara Salonu" benim çocukluk yıllarıma rastlayan 1950'lerde de vardı ama adı "Paşa dayının köfteci dükkanı" idi. Adından da anlaşılacağı üzere ızgara köftesi çok meşhurdu.

Buldan Caddesi ile Cumhuriyet Caddesini birleştiren ve Cumartesi günleri pazar kurulan ara sokaklardan birinde yer alan bu köfteci dükkanını İsmail İnankul ağabeyimiz ile babası "Paşa dayı" işletirdi ve dükkanda sadece ızgara et ve yanında salata ile yoğurt verilirdi. O yıllarda içki servisi yaptıklarını hatırlamıyorum; daha sonraki yıllarda işletmeyi devralanlar içki servisi de açmış olabilirler.

"Paşa dayı" 1950'li yıllarda artık yaşlanmıştı; o nedenle bu mekanın tarihinin belki de 1940 ve hatta 1930'lara kadar gittiğini tahmin edebiliriz. Sarayköyün tarihe mal olmuş esnaflarından olan Paşa dedemiz ile İsmail ağabeyimize Allah'tan rahmet dilerim.








SARAYKÖY ŞOFÖRLER DERNEĞİ BAŞKANLARI / ATİLA GİRGİN

SARAYKÖY ŞOFÖRLER DERNEĞİ BAŞKANLARI

Sevgili dostlar, bu fotoğraf kareleriyle sizleri zaman tünelinde gezmeye çıkarmak istedik. 

1953 yılından başlayarak, şöförler derneğimizin çoğu rahmetli olan başkanlarının görsellerini sizlerle paylaşırken, sadece dernek başkanlarını görüyor olmanızı değil, o dönemlerin Sarayköy'ünün önde gelen, belli bir dönemin sarayköy'ünde; yaşamı, duruşu, sosyal çevresi ve özellikleriyle öne çıkmış sevgili büyüklerimizi de anımsayın istedik.......

Bu güzel insanlar, bir dönemin Sarayköyün de; kentimize şu ya da bu şekilde damgasını vurmuş, Sarayköy kent belleğinde unutulmazlar arasında yerlerini almışlardır.....

Albümü beğeniyle izleyeceğiniz inanciyle iyi izlemeler dilerken, görsel kent belleğine de katkıda bulunduğumuzu düşünmekteyiz. Dostluk, kardeşlik ve esenlik dileklerimizle.