15 Aralık 2022 Perşembe

SARAYKÖYDEN YEMEN ELLERİNE GİDEN BİR ASKER: SARAYKÖYLÜ BİR HEMŞEHRİMİZE ...



SARAYKÖYLÜ BİR HEMŞERİMİZE İLİŞKİN HÜZÜN DOLU BİR PAYLAŞIM / Mahmut Esat Bozkurt, Atatürk İhtilali

.......................................
Şahidi olduğum bir hadiseyi hüzünlü anmak isterim. 1928 yılında Adliye Vekili sıfatıyla Cumhuriyet Adliyesini teftiş ediyordum.

Denizli'de bir aralık hastaneyi ziyaret etmek istedim. Ziyaret ettim, hem hediyelerimi dağıtıyor, hem de hastaların hatırlarını soruyordum. Bir hasta ile aramda şöyle bir konuşma oldu.

“Hemşeri nasılsın?...”

Saçı sakalı karışmış, perişan bir hal gösteren hasta, dökük dişleri arasından bana birşeyler söyledi. Fakat ben bunları anlayamadım. Arapça mı, Farsça mı, Türkçe mi? Anlaşılmıyordu.

Hasta başını salladı ve sustu.

Doktorlardan öğrendim ki bu adamcağız Denizli' nin Sarayköy kazasından imiş. Henüz Yemen' den gelmiş. Sarayköyde akrabalarından kimseyi bulamamış. Kendi memleketinin havasıyla uyuşamamış ve hastalanarak, hastaneye düşmüş.

Hasta 50 yaşlarında vardı.

Aşağı yukarı Yemen' de 30 yıl kalmış...Orada unutulmuş. Cumhuriyet kurulunca İmam Yahya'nın yardımıyla memleketine dönebilmiş.

Fakat ne dönüş!...

Ana dili Türkçeyi unutacak hale gelmişve özmemleketin havasıyla uyuşamayarak hastanelere düşmüş.

Kim bilir bu gibi kardeşlerden daha nicelerinin haberlerini, ak saçlı ana ve babaları fersiz gözleriyle uzak yollara bakarak, hala beklemektedirler.....
* * * * * * * * *
KAYNAK: Mahmut Esat Bozkurt, Atatürk İhtilali III, sh. 116, Cumhuriyet Yayınları
* * * * * * * * *

8 Kasım 2022 Salı

SARAYKÖY BİR KİTAP DAHA KAZANDI / Hasan Kallimci


SARAYKÖY BİR KİTAP DAHA KAZANDI / Hasan Kallimci

Doğup büyüdüğüm, okullarında okuduğum ve görev yaptığım Sarayköy ilçesi bir kitap daha kazandı. İlçemiz yazarlarından Hakkı Hakan TOK, ilçemizle ilgili 2. kitabı SARAYKÖY'Ü SARAYKÖY YAPANLAR'ı yazdı. Sarayköy Belediyesi Kültür Yayınları arasında çıkan bu eserde ilçe tarihine göz atılıyor; esnaf, iş adamı ve sanatçı kişiler tanıtılıyor. Hakkı Hakan Tok'u bu güzel çalışması için tebrik; kitabın basılmasını sağlayan Belediye Başkanı Ahmet Necati ÖZBAŞ'a teşekkür ediyorum.

KİTABIN TEMİN ADRESİ: SARAYKÖY BELEDİYESİ
Kitabın önsözüne yazdığım birkaç cümle: Bir mahallede, köyde, ilçede, şehirde ve ülkede yaşayanların, yaşadıkları yerleri her yönüyle tanımaları gerekir. Tanırlarsa severler, benimserler; korumak ve geliştirmek için gayret eder, emek sarf ederler.

* * * * * * * * * 

KAYNAK: Hasan Kallimci - “DÜNYADAKİ SARAYKÖYLÜLER” Facebook Gurubu

7 Ekim 2022 Cuma

SARAYKÖYDE KIRBAÇLI FAYTON SEFASI

 


SARAYKÖYDE KIRBAÇLI FAYTON SEFASI

PAYLAŞIM: ORHAN GÜLER: “DÜNYADAKİ SARAYKÖYLÜLER” FACEBOOK GURUBU
Orhan Güler: Benim yaşımdakiler çok iyi bilir Fahri amcanın kırbacını herhalde yemiyen yoktur ha hah haaaaa

* * * * * * * * * * *
İbrahim Helvacı
60 yıl kadar önce Sarayköy'ün bağ yollarında biz çocukların neşeli bir oyunuydu. Faytonun arkasından bağırış-çağırış içinde neşeyle koşan çocuklardan biri veya ikisi (fotoğrafta görüldüğü gibi) arka aks üzerine oturmayı başardığı zaman faytonun arkasından koşmaya devam eden çocuklar durumu faytoncuya duyurup da kırbacını arkaya doğru şaklatması için şöyle bağırırlardı:

- YAPIŞTIIIR PAYTONCU!!!... YAPIŞTIIIR PAYTONCU!!!...

Faytoncu da adeta çocukların bu oyununa katılır ve kırbacını faytonun gerisine doğru bir kaç kere şaklatırdı... Kırbaçtan, az veya çok, nasibini(!) almış olan arkadaşımız da dahil olmak üzere tüm çocukların keyif aldığı bir oyundu..
* * * * * * * * * * * *
TC Mehmet Ali Cengiz
ben ismini bilmiyorum ama o kırbacın tadını 1984 lerde tatmıştım
* * * * * * * * * * * * *
Mustafa Tok
fahri amca kırbacı nedense hep arkayı vururdu çünkü bütün cocuklar oradaydı.
* * * * * * * * * * *
TC Nihal AkgörenTerzi
Ne güzel günlerdi.Çocukluğuma gittim
* * * * * * * * * * *
Ahmet Şahin
herkeze sonsuz teşekkürler rahmetlik dedemi yadettiğiniz için mekanı cennet olsun.
* * * * * * * * * * * *
Mehmet Yaman
cok guzel gunlerdi.allah rahmet eylesin.
* * * * * * * * * * * *
İbrahim Helvacı
Rahmetli Fahri amcanın dışında, benim 1954-55'lerdeki çocukluk yıllarımdan hatırladığım en eski Sarayköylü Faytoncular şunlar:

- Paytoncu 'Cavur Ahmet' ve oğlu Mehmet,

- Paytoncu Muhittin,

- Paytoncu Rasim,

Hepsine rahmet diliyorum.
* * * * * * * * * * * *
Mestan Kozakçı
Abi taksicileri sayar gibi..
* * * * * * * * * * *
Ayşe Cengiz Kirazoğlu
İbrahim birde fayton süren cavur Ahmet amca vardı değilmi ? Onada Allah rahmet eylesin
* * * * * * * * * * *
Kenan Uysal
Düğünlerde GELİN almaya Paytonla gidilirdi.
* * * * * * * * * * *
Mehmet Tokat
Bu çocuğu gören herkes bağırırdı; '' YAPIŞTIR, YAPIŞTIR YAPIŞTIR'' diye , sonra da ön taraftan gelen kırbaş ŞAK diye bazen arkadakine patlardı..:))
* * * * * * * * * * * *
Emin Çetinkol
Fayton kocabağdaki sudan Yavaşça geçtikten sonra hızlandı.Ferit amcaların bağın önünden kumlu yolda tozu dumana katarak daha da hızlandı.Az sonra çayın aktığı kumlu Çakıllı yolda yavaşladı.Solda Ahmet Helvacların(İbrahim Helvacıları) bağı.Faytoncu kırbaçını havada şaklatınca atlar akan çayın içinde Suları sağa sola sıçratarak Taşlık Çayı'na doğru hızlandı.çeşme Üzümleri henüz tatlanmamıştı,Sultani Üzümleri tatlanmış asmalardan sarkıyordu..
* * * * * * * * * * * * *
Ayşe Cengiz Kirazoğlu
Bizde arkadaşlarımızla bayramın 2 günü yani gencerde, faytona biner istasyona gezer gelirdik.Aysel konya Fatma demiray ben
* * * * * * * * * * * *
İbrahim Helvacı
Merhaba Ayşe. Yukarıda ismini yazdığım beyaz pala bıyığı ve kasketi ile faytoncu Cavur Ahmet ve oğlu Mehmet daha dün gibi gözümün önündedir.
İnce, uzun boylu Mehmet ağabey hafif yan yatmış kasketi, arkası daima basık pabucu ile Sarayköy Çarşısında salına salına, külhanbeyi edasıyla yürürken sağa sola neşeli laflar atardı. Laf attığı Sarayköylüler de kendisini tanıdıkları için ayni neşeyle ona cevap verirlerdi. Mehmet ağabeyin, sebebini unuttum ama, çok genç yaşta vefat ettiğini hatırlıyorum. Her ikisine de Allah rahmet eylesin.
* * * * * * * * * * * *
Süleyman Kizilhisar
cok dogru söylüyorsun agzina saglik
* * * * * * * * * * * *
Gürcan Kahraman
Çok güzel günlerdi paytoncu Rasim benim eşim Sezai nin dedesi dur Allah rahmet eylesin
* * * * * * * * * * * *

3 Eylül 2022 Cumartesi

SARAYKÖY’DE FOTOĞRAFÇILIK VE VARLIKLAR / HAKKI HAKAN TOK

 



SARAYKÖY’DE FOTOĞRAFÇILIK VE VARLIKLAR / HAKKI HAKAN TOK

Mehmet Varlık. Sarayköylülerin deyişiyle Fotoğrafçı Hacı. Hiç hacıya gitmemiş olmasına rağmen Mehmet Varlık, hep bu lakapla bilinirmiş. 1902 veya 1903 doğumlu. Sarayköy’ün ilk fotoğrafçılarından, belki de ilki. Bahsettiğimiz tarih o kadar eski yani.

Hacı Mehmet Varlık’ın aslında ilk öğrendiği meslek helvacılık. İlkokulu bitirdikten sonra, askere gidinceye kadar dayısı olan Helvacı İbrahim Çavuş’un yanında çıraklık ve bir süre sonra ustalık yapmış; Kah helva karıyor, kah satış yapıyor, kah dükkan süpürüyormuş. Soyadı Kanunu çıktıktan sonra aile mesleğini soyadı olarak alan Helvacı İbrahim Çavuş, Sarayköylülerin yakından tanıdığı Ahmet Helvacı’nın (1920-2006) babası, halen Ankara’da yaşamını sürdüren İnşaat Yüksek Mühendisi İbrahim Helvacı’nın da dedesidir.

Hacı Mehmet Varlık zamanı gelince askere gidiyor. Tahminimiz fotoğrafçılık mesleğini gittiği asker ocağında öğrendiği şeklindedir. Askerlik bitince de Sarayköy’e gelip bir fotoğrafçılık dükkanı açıyor. O tarihten sonra artık Fotoğrafçı Hacı olarak anılmaya başlıyor. O günün koşullarında öyle çok detaylı bir dükkan değil, açtığı dükkan. Dükkanda sadece üç-beş parça eşya var. Üç ayaktan oluşan bir sehpa düzeneği, sabit objektif, arkada siyah kalın bir perde vs. Genelde vesikalık fotoğraflar çekilirmiş o zamanlar. Arada bir de düğün fotoğrafları. Fotoğrafçı Hacı’nın torunu Kudret Varlık’ın anlattığına göre, o yıllardaki muhafazakar toplum yapısı nedeniyle, yeni evlenen çiftler stüdyoda veya dışarıda yan yana gelip fotoğraf çektirmek istemezlermiş. O yüzden eşlerin fotoğrafları daha çok oturdukları evlerde çekilirmiş. Bu durum uzun süre böyle devam etmiş.

1950 ortalarına doğru fotoğrafçı dükkânı, Atatürk Caddesi (o yıllardaki adı Çarşı Caddesi) üzerinde, Ada Sineması karşısındaki Ahmet Helvacı’ya ait manifaturacı dükkânının bulunduğu binanın (şimdiki Özel İdare Binası) Türk Ocağı Sokak tarafındaydı. Zaten Hacı Mehmet Varlık’ın helvacı çıraklığı da daha önce bu binanın yerinde bulunan Helvacı İbrahim Çavuş’un helva imalathanesinde geçmişti. Fotoğrafçı Hacı bir süre sonra dükkânını hemen arka tarafa, Park Sokak’a taşıdı. Bir zamanlar Ali Çeşmeli’nin beyaz eşya sattığı bu bina o yıllarda Beylerbeyi Köyü’nden Galip Seyhan’ın mülküydü, tam karşısında Hulusi Erkan’ın oto elektrikçi dükkânı vardı.

O seneler Sarayköy’de iki tane daha fotoğrafçı vardı. Biri Fotoğrafçı Karagöz diye anılan Hüseyin Güvenç, diğeri Mustafa Erkara’ydı.

Hüseyin Güvenç nedendir bilinmez, Karagöz diye çağrılırdı hep. Urfalıydı. Bir şekilde yolu Sarayköy’e düşmüş ve sonra fotoğrafçı dükkanı açmıştı. İbrahim Helvacı, Karagöz’ün büyük bir ihtimalle askerlik dolayısıyla Sarayköy’e geldiğini, sonrasında da buradan kopamayıp fotoğrafçılık yapmak üzere ilçemize yerleştiğini belirtiyor. Karagöz’ün oğlu Tümer, İbrahim Helvacı’nın ilkokul arkadaşıydı. Tümer’in bir de kız kardeşi vardı Şener diye. Şener ilk ve orta öğrenimini Sarayköy’de tamamlamış, Denizli Kız Öğretmen Okulu’ndan mezun olarak 1967-1968/1968-1969 ders yıllarında Hasköy’de öğretmenlik yapmıştır. Belli bir zaman sonra Karagöz’ün bu fotoğrafçı dükkanı kapandı ve Güvenç ailesi Sarayköy’den ayrılma kararı aldı.

Bahsettiğim diğer fotoğrafçı ise Mustafa Erkara’ydı. Sarayköylüler onu Foto Nur olarak bilirdi. Belediyeden Hükümet Binasına doğru giden caddenin sol tarafındaydı bu dükkan. Eskiyi bilenler için yazayım, Şener Oğuzlar’ın dükkanının yanıbaşıydı. Mustafa Erkara da bir süre sonra mesleği bıraktı. Daha sonra bu dükkanda Tuncay Yükçü fotoğrafçı dükkanı açtı.

Tuncay Yükçü’den söz açılmışken biraz da ondan bahsedelim. Tuncay Yükçü küçük yaşlarda Fotoğrafçı Hacı’nın yanında bu işi öğreniyor. Ama aynı zamanda okumaya da devam ediyor. Denizli Ticaret Lisesi mezuniyetinin ardından Eskişehir’e akademi okumaya gidiyor. Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde eğitimine devam ederken Sarayköy’e dönüp Foto Nur ünvanlı Mustafa Erkara’nın eski yerinde kendi dükkanını açıyor. Kudret Varlık, kalfası ve meslektaşı Tuncay Yükçü ile ilgili şunları ifade etmişti:

‘’ Tuncay abim rahmetli çok yetenekli bir fotoğrafçıydı. Yanılmıyorsam bizim yanımızda 14-15 sene çalıştı. Bize çok emeği geçmiştir. Allah razı olsun. Güleç yüzlü, sevecen ve konuşkan biriydi. Bana göre tek kusuru vardı. İyi fotoğrafçılığının yanında, iyi de bir balıkçıydı. Bazen balıkçılık sevdası, işinin önüne geçer ve Avukat İlhan Danışment’in yanında olan dükkanını kapatıp gündüz bile sık sık balık tutmaya giderdi. ‘’

Bu nesilden sonra ise 1970’lerde Reşat Tekin, bir fotoğrafçı dükkanı açarak Sarayköy’ün tarihindeki yerini Foto Reşat adıyla alıyordu. Bir ara belediyenin altında bu işi yapan Reşat Tekin Sarayköy’ün ilk fotokopi makinesinin de sahibiydi. Reşat Tekin 14 Ocak 2021’de hayata gözlerini yumdu.

Daha sonra ilçemizde pek çok fotoğrafçı dükkanının açıldığını da bilgi olarak eklememiz lazım. Bunların arasında Maneci Mehmet'in oğlu İbrahim Akkaya ve Sığmalı Mehmet gedik gibi fotoğrafçılar da vardı.

Biz gene gelelim Varlıklara..

Hacı Varlık uzun süre iptidai yöntemlerle fotoğrafçılık işini sürdürürken daha sonra bu bayrağı taşıyacak olan oğlu Ahmet Varlık ise önce İzmir’de ticari şansını deniyor, sonra da tekrar Sarayköy’e gelip radyocu dükkanı açıyordu. 1925 Sarayköy doğumlu olan Ahmet Varlık her ne kadar küçüklüğünde babasına devamlı olarak yardım etse de, bir sebeple gittiği İzmir’de radyoculuğa merak sarıyor, sonrasında da Sarayköy’de Atatürk Caddesi üzerinde, Efe Meydanına yakın olan Emin Aslan Tokat’a ait evin altındaki işyerinde Philips marka radyoların bayiliğini alarak radyo satışına başlıyordu. Zaman 1951-1952’yi gösteriyordu. 1952 aynı zamanda Ahmet Varlık’ın Naciye Hanımla evlendiği yıldı. Eskiler Ahmet Varlık’a ‘’ Filibiz Ahmet ‘’ derlerdi. Sarayköylülerin Philips demeye dilleri dönmediği için Ona Filibiz Ahmet diye seslenirlerdi.

Bu radyo dükkanında kardeşi Doğan Varlık da bulunur ve yardım ederdi. Doğan Varlık bir ara Sarayköy Gençlik’te futbol oynamıştı. Daha sonra İzmir’e taşındı. Ahmet Varlık’ın bir diğer kardeşi olan Tahsin Varlık da İzmir’de yaşıyordu. Elektrik mühendisi olan ve elektrik tesisatı işi yapan bir firması olan Tahsin Varlık yurt içinde ve yurt dışında taahhüt işleri yapıyordu. 1954 gibi Doğan Varlık Ege Üniversitesi inşa edilirken elektrik ve kalorifer sistemlerinin bazılarının ihalesini aldığı zaman, Ahmet Varlık bir süreliğine İzmir’e giderek Tahsin Varlık’a yardım etmişti. Ahmet Varlık İzmir’e gittiği zaman Tahsin Varlık’ın Göztepe semtindeki evinde kalıyordu. Tahsin Varlık Suudi Arabistan’da geçirdiği bir trafik kazası sonucunda erken denecek bir yaşta hayata gözlerini yumdu.

Ahmet Varlık radyo bayiliğinin yanında elektrik malzemeleri de satıyordu. Hatta bir ara Hanomak marka traktör bayiliği de yapmıştı aynı yerde. Ahmet Varlık bir süre daha kendi başına iş yaptıktan sonra fotoğrafçılık dükkanında babası ile birlikte ‘’ Foto Varlık ‘’ adıyla çalışmaya başladı. Ölene kadar fotoğrafçılık yapan Hacı Mehmet Varlık 1962’de vefat edince Ahmet Varlık tek başına dükkanın başına geçti. O yıllarda fotoğrafçılık işi biraz daha insan hayatına etki yapmaya başlayınca, bunun sonucunda fotoğraf çekiminde kullanılan malzemeler ve detaylar da zaman zaman değişiyor, yeni aletler alınıyor, düğün çekimleri, sünnet çekimleri yapılıyor, yavaş yavaş modern fotoğrafçılığa geçiliyordu.

Bu arada birkaç mekan değişikliği yapılıyor.

1970’lerin sonu gibi, belki de 1980’lerin başında Pastaneci Arif Böcek’in Türk Ocağı Sokak tarafında, küçük bir havuzun yakınındaki dükkana taşınıyorlar. Rahmetli Arif Böcek’in, yine rahmetli olan oğlu Nevzat Böcek önceleri bu dükkanı Foto Varlık’a vermeye pek gönüllü olmuyor. Zar zor ikna ederek oraya taşınıyorlar.

Bir müddet sonra 1980 sonlarında, şu anda Özel İdare Binasının ön cephesindeki dükkânı tutuyorlar. Daha önce İktisat Bankası olarak hizmet veren bu dükkânda 1955-1967 yılları arasında Ahmet Helvacı’ya ait manifatura ve tuhafiyeci dükkânı vardı. Foto Varlık bir süre de burada hizmete devam ediyor.

Artık üçüncü nesil de devreye girmiş ve Ahmet Varlık’ın büyük oğlu Kudret Varlık mesleği iyice devralmıştı.

1962 Sarayköy doğumlu olan Kudret Varlık 11-12 yaşlarındayken içine bir fotoğrafçılık hevesi doğuyor ve o zamandan yavaş yavaş işi öğrenmeye çalışıyordu. Tuncay Yükçü de yanlarındaydı henüz. Ufak ufak çekimlerle kendini geliştiren Kudret Varlık babasının bir yardımcısının askere gitmesinden dolayı işi bırakmasından sonra liseyi ikinci sınıfta bırakarak tüm zamanını artık ‘’Foto Varlık‘’ da geçirmeye başlamıştı.

Gelelim üçüncü nesil Kudret Varlık’ın hikayesine. Kendi ifadeleriyle dinliyoruz.

‘’1962 doğumluyum. Küçüklükten beri bu işin içindeydim. Severek yaptığım bir işti bu. İlk zamanlar karanlık odayı öğrendim, solüsyon hazırlamayı öğrendim. Objektif çeşitlerini öğrendim. Işık tekniğini öğrendim. Agrandizör, körük, focus, cam. Bu kelimeler artık iyice hayatıma yerleşmişti. 1980’de ilk video çekimlerine başladık. Daha sonra askere gittim. Hemen askerlik dönüşü 1983 yılında İstanbul’a giderek büyük bir fotoğraf stüdyosunda bir süre çalışarak mesleğin inceliklerini yerinde görme fırsatına kavuştum. Sarayköy’e dönüşte yeni aletler, yeni ışık sistemleri alarak ve yeni bir heyecanla işe devam ettim. O zamanki komşularımızla güzel günlerimiz geçti. Arif ve Nevzat Böcek, Terzi Adem, bizim gömlekleri diken Terzi Erbab, Salih Boz, daha yeni mezun olup işyeri açan Mühendis Orhan Karaköse, hemen yanındaki Yüncü Saniye ilk aklıma gelen komşularımızdı. 11-28 yaş arası 17 sene boyunca doya doya bu işi yaptım. 1989 yılında Almanya’ya gitmemden dolayı maalesef bu meslekten kopmak zorunda kaldım. Ben gidince bir süre kardeşim Mehmet Varlık bu işi sürdürdü. 1996’ya kadar ‘’Foto Varlık’’ devam etti. Ama o sene dükkanı kapatmak zorunda kaldı Mehmet. Foto Varlık da Sarayköy tarihindeki yerini aldı. Yeniden dünyaya gelsem gene aynı işi yaparım. Ama şimdiki dijital fotoğrafçılığı değil de, babamdan öğrendiğim eski düzen fotoğrafçılığı tercih ederim. Şimdikine göre daha zor olsa da, bence daha keyifliydi eski fotoğrafçılık. Şimdilerde ise Almanya’da Frankfurt’a 30 kilometre uzaklıkta olan bir yerde hayatımı sürdürüyorum. Her sene Sarayköy’e gelip memleket hasretini gideriyorum. Bu arada unutmadan söyleyeyim. Babamın Philips bayiliğinden önce yaptığı başka bir meslek daha vardı. Galiba 1945-1950 yılları arasındaymış. Ada Sineması’nın olduğu yerde perde gererek seyyar sinemacılık yapardı babam. Zaman zaman Aydın’a, Nazilli’ye, Yatağan’a gidip seyyar sinemacılık işiyle uğraştığını aramızdaki sohbetlerde bahsederdi.‘’

Ve son olarak Kudret Varlık’tan mesleki bir anı dinleyerek Sarayköy’de fotoğrafçılıkla ilgili yazımızı bitiriyoruz.

‘’ Sarayköylülerin eski Sosyal Bina diye bildiği, şimdiki Kültür Merkezi’nin olduğu yerde bir kış günü aynı zamanda asker arkadaşım olan Mehmet Aybar’ın düğünü vardı. Biz o zamanlar fotoğrafçılığın yanında isteyen kişilere orkestra da temin ediyorduk. Mehmet’le yaptığımız konuşmada orkestrayı da benim ayarlamamı istedi. Nazilli’den bir gurup vardı. O aralar o gurupla çalışıyorduk. Neyse düğün günü geldi çattı. Biz kendi hazırlığımızı yaptık, Nazilli’den gelecek müzisyen arkadaşlarımızı bekliyoruz. O zamanlar şöyle bir ritüelimiz vardı. Bu gurup öğleden sonra Nazilli’den gelir, salonda müzik aletlerini, hoparlörleri kurarlar, bir iki provadan sonra bir lokantaya gider, akşam yemeğimizi yedikten sonra salona geri gelirdik. Tabii o gün öyle olmadı. Bizim Nazillililer öğleden sonra gelmedi, akşamüstü gelmedi, hava karardı gene gelmedi. Aldı bizi bir telaş. Cep telefonu zaten yok, işyeri telefonları cevap vermiyor, düğün sahipleri şaşkın, biz tedirgin ve mahcup. Sonuçta yakın arkadaşlarımdan birinin düğünü. Ne yapacağımızı düşünürken, gene yakın arkadaşım olan rahmetli Adnan Turan’ın arabasına atlayarak Nazilli’ye yola çıktık. Kış günü hava hemen erkenden kararıyor. En geç 20:00 başlamak lazım düğüne. Yaz gecesi olsa 21:30’a kadar idare edebilirsin mevzuyu. Neyse konuya dönelim. Nazilli’ye girdik, hemen ben düğün kaydını yaptırdığım arkadaşın evine gittim. Bir baktım evde miskin miskin oturuyor. Hemen konuya girdim. Randevu defterini açtı. Meğerse benim randevuyu kurşun kalemle yazmış. Belli bir zaman geçince yazı biraz silinmiş, bunu fark etmeden yanlışlıkla aynı güne bir düğün daha yazmışlar. Şansızlığımız bizim randevunun kurşun kalemle yazılmasıydı. Şansımız ise o aldıkları düğünün iptal edilmesiydi. Zaten o yüzden evde oturuyordu. Alel acele yarım saat içinde ekibi toplayarak Sarayköy’e, düğün salonuna geldik. Biraz gergin de olsak düğünü bitirdik. Hiç o günkü kadar mahcup olduğumu hatırlamıyorum.’’

NOT 1: Bilgiler konusunda yardımcı olan değerli abilerim Kudret Varlık ve İbrahim Helvacı’ya, fotoğrafları bana ulaştıran sınıf arkadaşım Mehmet Varlık’a teşekkür ederim..

NOT 2: İlk dört fotoğraf Varlık ailesinin aile albümünden alınmıştır. Nikah merasiminin olduğu fotoğraftaki diğer kişiler ise Rıfat Çomakoğlu, İbrahim Kocatürk ve Nevzat Gürler'dir. Son fotoğraf ise yakınlarda hayata gözlerine yuman fotoğrafçı Reşat Tekin'e aittir. 

* * * * * * * *

KAYNAK: “DÜNYADAKİ SARAYKÖYLÜLER” FACEBOOK GURUBU

27 Ağustos 2022 Cumartesi

SARAYKÖY'ÜN BİR ZAMANLAR BİR HAVUZU VARDI / Korkmaz Çakar




SARAYKÖY'ÜN BİR ZAMANLAR BİR HAVUZU VARDI / Korkmaz Çakar

Çok güzel bir havuzu ve akşamları havuz sefası vardı Sarayköy'ün. Şimdi de var ama, eski havuzu kaldırdılar, yeni bir havuz yaptılar, onu da kuşa benzettiler. Çok üzgünüm bir Sarayköylü olarak.

Eski havuzun çok hatırası vardır bizde.

Akşamları pamuk çapalarından, işlerinden gelen halk, aileleri ile birlikte havuzun yolunu tutarlardı. Evlerinde, damlarında, tarlalarda sıcakta yanan Sarayköylü, burada su kenarında yudum yudum içtikleri semaver çaylarıyla, soğuk meşrubatlarla serinlerlerdi.

Kimler gitmedi ki oraya;

Ali, Veli, üç ondan evveli, kırkdokuz, elli, Ramazan, Şaban, rahmetlik baban, içimizdeki yaban, komşudaki düz taban, evvel Allah tam tekmil orada alırlardı soluğu!

Gitmeyenler de ertesi gün giderdi, sanki treni kaçırmış gibi.

Ben ilkokuldayken, o havuzu en iyi çalıştıran, işletmesini yapan rahmetli Koreli lakaplı bir Selânik göçmeniydi. Evleri Hamdi Aşyemez’lerin çapraz karşısındaydı. Tatlı dilli, yaşlı bir annesi - babası vardı. Çok severdim.

Koreli, burası için çok para harcadı. Havuzun tam ortasına ışık saçan projektör koydurdu. Etrafını süsledi, yeni masa ve sandalyeler getirdi. Çayları semaverlerde servis yaptı. O zamanlar sosyal olarak gelişmediğimiz için aile yeri ve bekârlar olarak havuzu ikiye böldü.

Yapının üst kısmını da meyhane yaptı. İçenler, *çanlar, sarhoş olup nara atanlar da oraya otururlardı. Oranın dokunulmazlığı vardı, ama kimseyi rahatsız etmezlerdi. Kendileri hariç! Kendileri hariç derken, burada bir hatırayı anlatmadan geçemeyeceğim:

Tanıdık birileri ki, burada isimlerini vermeyeceğim, yoksa beni topa tutarlar! Çok samimi iki arkadaş havuzda içtikten sonra, evlerinin yolunu tutarlar. Tabii ki yürüyüşleri Mehter takımı gibi; iki ileri, bir geri! Birisi istasyonda yani Sakarya Mahallesi'nde, hem de Yıldıztepe'nin tam tepesinde kalmaktadır, diğeri ise Aşağı mahallenin en sonunda.

Birisi diğerine,

-- Le aaakideş, vallaa oomaz, ben seni yalıngız bırakman. Seni isdasyona gadaa götürürün,

der ve Yıldıztepe'ye kadar götürür. Tamam Allah'a ısmarladık diyecekken diğeri;

-- Bak len, yeminler ossung hakkıng geşdi. Bureye gadaa benim içün yoruldung. Hepimiz birimiz içün, birimiz hepimiz içün. Ben de seni taaa evinge gadaa Aşşağı mehelleye gadaa geçircen,

der ve yine,

"Neslin baban ceddin deden,

Pek şanlısın Türk milleti!"

Der gibi iki ileri bir geri aşağı mahallenin yolunu tutarlar.

Şimdiki Sakarya ilkokulu'nun yanına vardıklarında;

Diğeri;

-- Vallaha billaha olmaz! Senin hakkıng geşdiii. Ben de seni Yıldıztepe'ye gadaa geçircen, der.

Yıldıztepe yokuşunu çıkmak kolay mı? Orası ancak birinci vitesle çıkılır!

Böyle sabaha kadar devam ederler. Ezan okunur ama, "Körler sağırlar, birbirini ağırlar" misali, bunlar birbirlerini uğurlarlar. Ailelerinin haberi olur, ama umurlarında değildir! Gün doğumunda en son seferlerinde Yıldıztepe'ye vardıklarında, komşularından destili dümbek (darbuka) isterler. Sakarya mahallesi'nin camisi'nin imamı da burada kalanın komşusudur. İmamı da aralarına alarak zorla, "Halkalı şeker, hasiretlik çeker, çok sallanma sevgilim, cahilim aklım gider." Oyununu oynatırlar.

Aşağı mahallede kalan, Yıldıztepe'dekinin o gün misafiri olur.

Gelelim bizim havuzaaa:

Yaz akşamları buraya anlaşmalı; Aydın'dan, Nazilli'den ve yakın yerlerden yerel sanatçılar gelirdi. Aslında Bunlar profesyonel ses sanatçılarına bile taş çıkartırlardı.

İzmir'den İkiçeşmelik Romanlar’ından da dansözler getirirlerdi. Yerel ses sanatçılarını sessizce dinlerdik. Bizi çok duygulandırırlardı. hem de çok ucuza bir çay parasına burada şarkı, türkü dinler, dansöz seyrederdik.

Profesyonel sanatçıları; Seyhan, Efe ve Ada sinemaları getirse, geceliği en az 10 liraydı! Yani sizin anlayacağınız, bizim gibi züğürtler için burası keseye çok uygundu!

Bu yerel sanatçılar bizi duygudan duyguya sürüklerlerdi. Duygusal şarkı ve türküleri birbiri peşine sıralarlardı:

"Ay Beyaz, deniz mavi oynayın kızlar,

Yarinden ayrılalın yüreği sızlar."

"Kırmızı gül demet demet,

Sevda değil bir alamet.

Balam nenni, halam nenni"

"Kışlalar doldu bugün

Doldu boşaldı bugün" gibi,

Güzelim sedalarla bizi coştururlardı. Aşıklar da ağlardı.

Halamın oğlunun kıçında donu, ayağında doğru dürüst pabucu yoktu, ama tam 180 kilometre uzakta kalan bir kıza aşıktı. O devirde aşklar, şimdiki gibi abidik gubidik değildi! Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin, Hurşit ile Mahmihriler’in aşkları gibi, son derece ciddiydi. Onu havuza getirip götürürken 3 kişi zor tutardık. Kızın adını anar, ona şarkılar türküler yakardı.

Ayıltmak için ara sıra kafasına soğuk su dökerdik. Nerdeeee, havadaki sığırcıklar ayılırdı da, o ayılmazdı!

Biz, "Lan 180 kilometre uzaktaki kızın sana ne hayrı var?" derdik. O da, "len vallaaa garşımda hayalini görüyon" derdi. "O gördüğün şeytandır" falan, desek de inandıramazdık. Birileri elini çabuk tutup, o kızı kaçırmış, bizim salak da avucunu yalamıştı. Sonra Aşağı mahalleden birisiyle evlendi.

İzninizle yine havuza dönelim:

Bu güzel program gecenin yarısında bittiğinde, dansözler Ali Kaptan oteli'nde kalırlardı. Çoluk, çocuk, beyni bilmem neresinde olan gençler, arkalarına düşer, sanki sarılacaklarmış gibi otele kadar takip ederlerdi. Polis Abdurrahman Kuzu, bekçi Aslan, sözde bunların baş korumalarıydı! Fırsatını bulsalar, önce alçak eşşeğe kendileri binecekti!

Türk insanı açtı! Çünkü erkeğin elinin, dişinin eline değmesi yasaktı! Polisi de bekçisi de, ellerinde coplar, ara sıra havada gençlere karşı sallarlardı. Sanki her biri başbakan korumasıydı! Bir o kadar da forsları vardı! Ortalıkta 12 silindirli, son derece pahalı alarm ve sirenlerle donanmış Mercedes arabaları yoktu sadece! Hepsi gerçekten Aziz Nesinlik’ti bunların!

Havuzda Çalınan plakları taaa evimizde dinlerdik:

"Karaman'ın koyunu, sonra çıkar oyunu"

"Kızım seni Ali'ye vereyim mi?"

"Değirmenci dayı, değirmenci dayı,

Kırmızı yanak senin olsun, öğüt buğdaylarımı.

Olmaz kızım olmaz, oluk suyla dolmaz,

Al dudaklar benim olmayınca, senin buğdayın olmaz"

"Çobanın kulübesi sazdan, samandan,

İçine girilmiyor tozdan dumandan"

"Düriye'min güğümleri kalaylı,

Bir yar sevdim etekleri alaylı"

"Eşdim, eşdim kum çıktı,

Kumun altı su çıkdı.

Yazık oldu beş bine,

Kız diye aldım,dul çıktı.

Dol karabakır, dol dol"

Aman Tanrım! Bu cinsellik kokan şarkılar, bize ilaç gibi gelirdi. O yaşlarda bunların altından kalkmak çok zordu bizim için! Ne kadar eğiticiydi, bilemiyorum ama, cevabını size bırakıyorum...

Havuzda bazen sihirbazlar da olurdu. Bir gün, taa evden tanıdık bir ses işittim. Tanıdık geldi bana. 3 numaralı kardeşimin sesiydi bu! Sihirbaz, "Ne sihirdir, ne keramet, el çabukluğu marifet" deyip, kardeşime, "gıdaklaaa" diyordu. O da, var gücüyle; "gıt gıt gıdaaaak, yumurtam sıcaaak" derken, Ben havuza yetiştim. Sihirbaz, elinde siyah bir torba, sonra da, bizim oğlanın doğurduğu yumurta onun elinde!

Kardeşimle o yaz, epey dalga geçtik, havuzda doğuruyorsun da, niye evde

doğurmuyorsun? Diye.

Havuz, cambazdan daha eğlenceliydi bizim için.

O zaman için havuza gelen su temiz değildi. Sarayköy'ü baştan başa geçen dereden, ya da kanaldan gelirdi su. Bulanıktı. Ama bizim için önemli değildi. Biz de bulanıktık be toz duman içinde!Gündüzleri sıcakta içine girip yüzmek, serinlemek bizim için çok büyük şeydi. Yüzmeyi pamuk tarlalarına çapalara giderken Menderes nehri'nde öğrenmiş, havuzda da provasını yapmıştım. Yüzdükten, hayli yorulduktan sonra o demlik çayın tadını halâ unutamadım. Halâ tadı damaklarımda!

Hatta bir gün, Sarayköy sınırları içinde kaza yapan, içinde tamamıyla Fransız gençlerle dolu bir Fransız plakalı otobüs, savcı tarafından ifadeleri alınmak için Sarayköy'de tutulmuştu. Bunların hepsi gençti. 40 kişi kadar vardılar. Onları gece yatmaları için bizim parka yerleştirdik. Kız, oğlan, karman çorman yatarlardı. Bize ne? Dinine yarayan domuz eti yesin...

Birkaç kelime bildiğim İngilizce cümlelerle onlara rehberlik yapmaya çalıştım. Havuza götürdük. Türk misafirperverliğini gösterdik. Onlar da bizlerle yiyeceklerini paylaştılar. Ne güzel bir gündü o! İlk defa bir Avrupalı ile karşılaşıyorduk!

Onları uğurlarken arkalarından neredeyse ağlayacaktık. Baya Fransızca kelimeler öğrenmiştik! Bu olayı da hiç unutamıyorum.

Birgün, havuzda yüzerken, halamın oğlu neredeyse boğuluyordu. Benim kurtarma imkanım yoktu. Ben de acemiydim. "Cankurtaran yok mu?" Diye bağırdığımda, Arap Metin, hemen suya atladı ve halamın oğlunu kurtardı! Bu da benim için unutulmazlardan.

Oğlunu, halamdan izin alarak götürmüştüm, sonra ona diyecektim?

Sizin anlayacağınız o günler bambaşkaydı.

Selam olsun o günlere!

Koreli'nin ruhu şad olsun! kendisi allı şanlı bir Kore gazisiydi. Kore'de ölmemişti ama; elim bir trafik kazasında ne yazık ki; can vermişti. Allah kendisinden razı olsun. Yaşayanlara ve yaşatana da selâm olsun.

Korkmaz Çakar

*Bir internet erişimi olan bu yazının özgün paylaşım adresini kaybetmiş olmalıyım. Sonraki aramalarımda yeniden erişemedim. Önemsediğim bir yazı olduğu için yazarına ulaşamadan paylaşımda bulunmuş oldum. Yazarından bağışlamasını rica ederim. Dostluk dileklerimle.

Tiyatrocu ve futbol antrenörü Ali Sinan Demirkaleyle / Hakkı Hakan Tok


 

Tiyatrocu ve futbol antrenörü Ali Sinan Demirkaleyle / Hakkı Hakan Tok

İki sene önce Didim’de tiyatrocu ve futbol antrenörü Ali Sinan Demirkale abi ile Sarayköy, tiyatro ve futbol üzerine uzun süre sohbet etmiştik. Bol ve ilginç anılarla süren muhabbetin ardından bu fotoyla güne veda ettik. Ali Sinan Demirkale abim tam bir futbol ve tiyatro tutkunu.. Selamlar..

Kaynak: Hakkı Hakan Tok / "DÜNYADAKİ SARAYKÖYLÜLER" Facebook Gurubu – (16 Ağustos 2022)

+ + + + + + + + +

Milli Mücadelenin Denizlili Kahramanlarından Sinanoğlu Hüseyin Efendi evladı Sevgili Ali Sinan Demirkaleye bizden de yürekten ve dost selamlar. Dostluk ve esenlik dileklerimle.”

Sarayköy Özlemi - Nostalji

+ + + + + + + + + +

https://www.youtube.com/watch?v=AunhxEq-Exw

+ + + + + + + + + +

TÜRK KURTULUŞ SAVAŞINDA DENİZLİLİ ÖNDERLERDEN SİNANOĞLU HÜSEYİN EFENDİ HÜSEYİN DEMİRKALE -(1898-2001)

Hüseyin Demirkale, I. Dünya Savaşı Çanakkale muharebelerine katılmıştır. Sarayköy'de Millî Mücadeleye ilk katılanlardandır. Daha sonra Demirci Mehmed Efe'nin hizmetine girmiş, onun fedailiğini yapmıştır. Mustafa Kemal Paşa tarafından bölgeye gönderilen Refet (Bele) Bey ve Ali Fuat Paşa gibi komutanlara rehberlik yapmış, daha sonra İstiklal harbine katılarak Sakarya ve Büyük Taarruz savaşlarında görev almıştır. Bu savaşlara katılmasından dolayı kırmızı şeritli İstiklal Madalyası ile ödüllendirilmiştir.

Kaynak : Denizli İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü

20 Ağustos 2022 Cumartesi

HACI ZEKİLERİN 100 YILDIR SÜREN BAKKALLIK SERÜVENİ / Hakkı Hakan Tok

 



HACI ZEKİLERİN 100 YILDIR SÜREN BAKKALLIK SERÜVENİ / Hakkı Hakan Tok

Uzun, uzun yıllar önce. Taa padişahlık zamanında.

İstanbul Nuriosmaniye Medresesi’nde bir öğrenci. Denizli’nin Sarayköy kazasının Hasköy köyünden İstanbul’a medresede okumaya gelmiş. O zamanlar Sarayköy’den İstanbul’a okumaya gitmek tam bir cesaret işi.

O öğrencinin adı Osman. Sonra Hacı Osman oluyor, soyadı kanunuyla beraber de Osman Erdoğan adını alıyor. Osman ve ailesi doğma büyüme Hasköylü. Hasköy doğumlu olan Osman’ın köyde iki kardeşi daha var. İkisi de toprakla uğraşıyor. Kardeşleri Osman okul çağına gelince onun kendileri gibi toprakla uğraşmayıp okumasının daha iyi olacağına kanaat getiriyorlar.

Küçük Osman ilkokuldan sonra İstanbul’a Nuriosmaniye Medresesi’ne okumaya gidiyor. Medrese bugünki orta ve yüksek öğrenimin karşılığına denk geliyor. Medreseyi başarıyla bitiren Osman müderris, ulema olup Sarayköy’e geri geliyor. Sarayköy’de Hükümet Camisi’nde hatip olarak göreve başlıyor. Bir süre zarfıyla bu görevde bulunuyor Osman.

Artık savaş yılları. Topraklarımız işgal devletler tarafından paylaşılmakta. Düşman ordularının çok yakına gelip Sarayköy halkını rahatsız ettikleri zamanlar..

Sarayköy’de bir telaş başlamıştı. Düşmanın saldırılarından dolayı bazı aileler Sarayköy’den taşınmaya karar verdiler. Kimi Denizli’ye gitti. Kimi Acıpayam, kimi Tavas. Osman ise Babadağ’a gitmeyi tercih etti. Birkaç parça eşya ve katırla Babadağ’ın yolunu tuttu Osman.

Babadağ’a taşınmasından kısa bir süre sonra Osman, Babadağ’da bir bakkal açmaya karar verdi. Samanpazarı denilen yerde açtığı bu dükkanı tam 22 sene çalıştırdı Hacı Osman. Yani Erdoğanların yüz yıllık bakkal serüveni aslında Babadağ’da atıldı. Hacı Osman orada evlendi, kendisinden sonra bakkal serüvenini devam ettirecek olan namı diğer Bakkal Zeki orada dünyaya geldi.

O zamanlar her şey zordu ama, belki bakkallık daha zordu. Araba yok, atlı araba yok. Hacı Osman eşek ile Sarayköy’e gelip alacağı malları yüklüyor ve aynı yolu bu sefer yüklü bir şekilde hep yokuş tırmanmak suretiyle tekrar geri gidiyordu. Yıllar sonra torunu Rahmi Erdoğan’a anlattığına göre bir keresinde eşeğe yüklediği gaz yağları dik bir yokuşta eşeğin devrilmesinden dolayı yere dökülmüştü. Gaz yağlarının dökülmesine mi, yoksa hayvanının canının acıdığına mı şaşıracağını bilememişti.

Artık memleket hasreti mi ağır bastı bilinmez, Hacı Osman 22 sene Babadağ’da bakkallık yaptıktan sonra Sarayköy’e taşınma kararı alıyor. O yıllar Sarayköy’de Çerçiler vardı bakkal işi yapan. Salih Terzioğlu’nun kayınpederi Çerçioğlu Ali beydi bu bakkal dükkanının sahibi. Bir de Aşağı Mahalle’de şimdiki kahvelerin olduğu yerde Sarayköy Belediye Başkanı Ahmet Necati Özbaş’ın dedesi Arif Özbaş’ın bakkal dükkanı vardı.

Hacı Osman Sarayköy’de yine aynı mesleğe devam etmeye karar verdi, bildiği iş olan bakkallığı yapacaktı. Sarayköy’e geldiklerinde tuttukları ilk dükkan Ali Vasfi’nin yanındaki, şimdiki Tırkazlı Terzi Hacının olduğu yerdi. Burada ise tam 36 sene ticarete devam ediyor Hacı Oman ve oğlu. Kaymakam evi ve hapishane o sıralar aynı cadde üzerinde bulunuyordu. Aynı sırada Helvacı Mestan Gürer, Manifaturacı Cemal Köseoğlu, Yaşar Erginer gibi esnafların dükkanı da vardı.

Bu bakkal dükkanında neler satılmazdı neler. Şimdiki süper market gibiydiler. Toprak bardak, takunya, gazyağı, mum, defter, açık zeytinyağı, urgan ve daha neler. Bu arada Hacı Osman Erdoğan’ın 1956 yılında vefatı sonucu, oğlu Zeki Erdoğan dükkanı işletmeye devam ediyordu.

Zaten akabinde de ailenin üçüncü kuşağından Rahmi Erdoğan devreye girecekti. 1945 doğumlu olan Rahmi Erdoğan ilkokulu Gazi İlkokulu’nda bitirdikten sonra, Sarayköy Ortaokulu’na başlıyor fakat orta ikiden sonra okulu bırakıyordu.

Rahmi Erdoğan 1960 yılından beri artık işin içindeydi.

Yıllar ilerledikçe dükkanda satılan ürünlerin içeriği de değişiyordu. Mesela Sarayköy’de bir zamanlar ziraai ilaç bayisi olmadığı için DDT, kükürt, göktaşı, fare zehiri gibi ürünler bile Bakkal Zeki’nin dükkanında satılırdı. Aslında mal yokluğu da vardı ülkemizde. Üretim pek gelişmemişti. Çay Seylan’dan teneke kutularda gelirdi. Bildiğimiz şeker ise Hindistan malıydı. Mesela Alman malı saban demiri satılırdı sandıkların içinde. Yani bu bakkal dükkanı piyasada ne varsa satılan bir yerdi. O zamanlar bir deyim vardı bulunmayan ürünler için. ‘’Bakkal Zeki’ye bakın, orada vardır.’’ Ben bile küçüklüğümde haftada birkaç gün illaki oradan alınacak bir şey bulurdum. Defter, kalem, derby yapıştırıcı, karton, pil, ayakkabı boyası, tarak ve zarf gibi şeyleri oradan tedarik ederdim.

Yine o yıllarda İzzet Deveciler’in babası Terzi Dede, Eczacı Nazmi’nin babası Nalbant Mustafa, Manifaturacı Mehmet Maraş, Hasan Basri Beken’in babası Berber Halit, Terzi Lütfi Maraş dükkan komşularındandı.

Takvim 1972 yılını gösterdiğinde ise halen durdukları Belediye’nin hemen karşısındaki yere taşındılar. Bu dükkan daha önce Semih Güvenir’in dedesinin olduğu yerdi.

Bundan sonrasını ailenin üçüncü kuşak bakkalı Rahmi Erdoğan’dan dinleyelim.

‘’ 1945 Sarayköy doğumluyum. Dedemden beri ailemiz aynı işi yapıyor. Bakkallık. Babadağ’da başlayan serüvenimiz burada devam etti. Burası yaklaşık yüz yıl içerisinde üçüncü dükkanımız. Ben de ortaokul ikiden ayrılarak bu serüvene dahil oldum. Zaten ilkokuldayken bile okuldan çıktıktan sonra ve yaz tatillerinde hep dükkanda olur ve babama yardım ederdim. Babam Zeki Erdoğan 2007 yılında öldüğünde 95 yaşındaydı. Babam 92 yaşına kadar her gün dükkana gelerek bilfiil çalıştı. 92 yaşında bile bakkalın düzeniyle uğraşır, bana kutuların boşaldığı rafları göstererek, o rafları mal koyarak doldurmamı isterdi. Hafif eğri duran bir paket varsa hiç üşenmeden gider, o paketi düzgün bir şekilde yerine yerleştirirdi. Neler neler satmadık ki biz bu dükkanımızda. Biliyor musun, hala bu dükkanda 100 senelik bir varil bulunuyor. Bu varilin içinde dokuma için boya gelirmiş. Yasak olmayan herşeyi sattık biz bu dükkanda.’’

Rahmi amcaya eski günleri özleyip özlemediğini soruyorum. Hem o yaşında müşteriyle ilgileniyor, hem de bana cevap yetiştiriyor..

‘’ Eski günler özlenmez mi hiç. Yokluklu, yoksullu ama güzel günlerdi. İnsanlar samimiydi bir kere. Bir gençlik gurubumuz vardı. İzzet Çiftçi, Emin Deniz, Tuncay Ünsoy, Ali Tamer, Güner Oğuzlar, Mehmet Bilen ve baban Dündar Ruşen Tok hep beraberdik. O günleri de özlüyorum mesela. Eskiden bağlara göçülürdü, herkesin malı maydandaydı, hırsızlık hiç olmazdı. 15 dakikalığına bankaya gittiysem, kapı önüne bir sandalye koymam yeterliydi. Şimdi nerde. Benim hayatım bu dükkanda geçti. Bakkallık zor bir meslek. Yorucu aynı zamanda. Ama bir yardımcımla beraber işi götürüyoruz. Bu iş yoğunluğu yüzünden eve fazla vakit ayıramıyorum ama şükür hanım da buna çok kızmıyor. Zincir marketlerin çoğalmasıyla bakkallar devamlı olarak azalıyor. Ama biz yılların verdiği alışkanlık ve güvenle işimizi yapmaya devam ediyoruz. Bir daha dünyaya gelsem yine bakkal olmak isterdim. Yapabildiğim kadarıyla bu işi sürdürmek istiyorum. Mesela 30 sene daha bu işi yapsam iyi olur. Üç oğlum var. Üçü de Denizli’de oturuyor. Serdar avukat, Faruk öğretmen ve Zeki bankacı. Benden sonraki kuşak bakkallığa devam eder mi, şimdilik bilmiyorum.’’

NOT: Bu bilgileri benimle paylaşan Rahmi Erdoğan’a teşekkür ederim..

* * * * * * * * * *

KAYNAK: Hakkı Hakan Tok , “DÜNYADAKİ SARAYKÖYLÜLER” Facebook Gurubu

21 Temmuz 2022 Perşembe

TENEKECİ – CAMCI ÖMER KÖYLÜ (ÖMER EFE) / HAKKI HAKAN TOK


TENEKECİ – CAMCI ÖMER KÖYLÜ (ÖMER EFE) / HAKKI HAKAN TOK

Yine bir 24 Mayıs kutlamasının birkaç gün öncesiydi. Yıllardır sürdürdükleri alışkanlıkla Sarayköy Belediyesinin zabıta memurları Buldan Caddesiyle 2. Sebze Pazarı Sokağın kesiştiği köşede bulunan dükkana gelip, tenekeci Ömer Köylü’yü her zamanki gibi birkaç gün sonra kutlanacak olan Sarayköy’ün milli mücadeleye katılış günü kutlamalarına davet etmişlerdi.

Daha o an heyecanlanan ve aynı zamanda bizim dükkan komşumuz olan Ömer amca hemen hazırlıklara başladı. Efe kıyafetleri yerinden çıkarıldı, çizmeler parlatıldı, tüfek cilalandı.

Ve o gün geldiğinde tüm haşmetiyle en sevdiği oyun olan Tavas Zeybeği’ni oynamaya başladı. Hem de dizlerini kıra kıra.

Zaten hikayemiz de aslında Tavas’ta başlıyor.

İşte esas mesleği tenekecilik, camcılık olan aslen Tavaslı Efe, Ömer Köylü’nün hikayesi:

Sene 1919. 1. Dünya Savaşı tüm şiddetiyle devam ediyor. Henüz taze bebek olan Ömer'in babası Çanakkale'de, savaşın enhararetli yaşandığı bölgede askerliğini yaparken maalesef şehit oluyor. Oracıkta, Şahindere Şehitliği'nde toprağa veriliyor. Ömer'in babasının lakabı Kadıköylü oğlu İsmail'di. Ailenin kökenleri hep Tavaslı. Amcalarla, dayılarla geniş bir aile.

Çok küçükken babasız kalan Ömer vatanın sıkıntılı günleri atlatıp, aydınlığa doğru yol alışını takip ederek büyüyor. Bir tenekecinin yanında çırak duruyor ve mesleği öğrendiğinde Ahilik töresi gereğince kendisine peştamal bağlanarak işyeri açma izni veriliyor. Alime ile evleniyor ve hemen akabinde askerlik için Çorlu’ya gidiyor. Askerlik dönüşü ise aklına nerden geldiyse Sarayköy’e gelip iş kurmak istiyor. 1940’ların başında eşiyle Sarayköy’e gelen Ömer Köylü önce Acıkuyu Sokağında kiralık bir ev tutuyor. Zaten bir süre sonra da hemen yanındaki evi satın alıp oraya taşınacaktır.

Kuracağı iş ise kafasında hemen hemen belliydi. Zaten Tavaslılar inşaatçılık, terzilik, leblebicilik, ayakkabıcılık veya tenekecilik işleriyle geçinirlerdi. Ömer Köylü tenekeciliği tercih etti. Tenekecilik o zamanın gözde mesleklerindendi. İlk dükkanını Eski Yoğurt Pazarı Sokağı’nda açan Ömer Köylü, aynı zamanda Tavaslı tanıdıklarının da dükkan komşusu oluyordu. Çünkü sağında ve solunda bulunan pek çok dükkanda ayakkabı tamircileri bulunuyordu ve hepsi Tavaslıydı. Bunlardan biri de ünlü futbolcu Melih Garipler’in babası Garip Yaşar’dı. Ömer Köylü’nün bu küçük dükkanının sahibi ise Manifaturacı Mehmet’ti.

O zamanlar tenekeciler tenekeden maşrapa yaparlardı. Tenekelere sap takılarak maşrapa haline getiriliyordu. Yine o yıllarda evlerde su, dolayısıyla çeşme yoktu. Su ihtiyacı mahalle çeşmelerinden tenekelerle su doldurularak karşılanıyordu. Bu su tenekelerini de işte tenekeciler yapardı. Çeşitli vesilelerle bir yerlerden parayla satın alınan veya bir şekilde tedarik edilen gazyağı ve benzin tenekelerinin üstüne muhafaza, yan tarafına sap yapılarak, bu tenekelerle eve su taşınması sağlanıyordu. Öyle ki zamanın uzak yerlere su taşıyan merkeplerinin heybeleri dört teneke su götürecek şekilde ayarlanmıştı.

Şimdi bana bu yazıyı yazmamda yardımcı olan Ömer Köylü’nün büyük oğlu Yaşar Köylü’den, eski günleri ve babasını dinleyelim:

‘’Ben ilkokulu bitirdikten sonra babamın yanında çalışmaya başladım ve kısa zamanda mesleğin inceliklerini öğrendim. Biz ifade ettiğin şeylerin yanında rende, süzgeç, ibrik, fener gibi malzemeler de yapardık. Yani bu gün ayrı ayrı sektörlerin yaptığı işleri biz ufacık dükkanımızda kısıtlı alet ve malzeme ile yapmaya çalışırdık. O zamanlar ki göreneğe göre yemekten sonra ailenin büyüklerinin ellerinin yıkanması için odaya bir leğen ve içinde su olan ibrik getirilirdi. Ailenin küçük fertlerinden biri ibrikle suyu uzatılan ellere döker, dökülen su leğenin içinde birikirdi. Sonra da sırtında bulunan havluyu yerde çömelen evin büyüğüne uzatırdı. İşte bu ibrik ve leğenler bizlerin eseriydi. O günlerde Sarayköy’de hemen hemen herkes yaz aylarında bahçeye göçerdi. Bahçeye gidecek kişiler için gece yolda kullanmaları için fener yapardık. Bu fenerlerin camları hiç unutmam İtalya’dan, Yugoslavya’dan sandıklarla gelirdi. Bizim de Gedikli Çayı üzerinde bir bahçemiz vardı. Sık sık giderdik. Yoğurt Pazarındaki dükkanımızda uzun süre kaldıktan sonra galiba 1968 yılında Buldan Caddesi’ndeki yerimize taşındık. Bu yeri Tepeköylü birinden satın almıştık. Burada da çeşitli imalatlarımız devam etti. Tenekeden su pompası yapardık. Bu pompaları çiftçiler, yağ satanlar, benzin satanlar alıyordu. Benzinci Osman bizden pompa alıp, bununla benzin ve gazyağı satardı. Hacı Zeki Erdoğan da bu pompalardan alırdı. Tenekeden soba ve soba borusu yapıp yaldızla boyardık. Kahve cezveleri en çok yaptıklarımızdandı. İbriği zaten söylemiştim. Bir de o zamanın deyimiyle alamancılar için uzun yola dayanacak tenekeler yapılırdı. Alamancılar verdiğimiz tenekelerin içine tereyağı, bal ve peynir gibi ürünler koyarlar, biz bunların üstünü daha sonra lehimle kapatarak sağlıklı bir şekilde ve bozulmadan Almanya’ya taşınmasını sağlardık. Sadece bunlar değildi yaptıklarımız. Tenekelere musluk takarak kahvehanelere çaydanlık niyetine satardık. Killi su yapmak için tenekeden kutu yapılırdı. Şerbetçilere şerbet tenekesi yapardık. Traktörlere de el atmıştık. O zamanın gözde traktörleri olan Gazlı Ferguson ve Deutz gibi traktörlerin radyatörlerinde oluşan delikleri lehim vasıtasıyla kapatırdık. Daha bitmedi. İspirto ocağı da yapardık biz bu küçücük dükkanda. Üç ayaklı ve 300 gram ispirto alacak şekilde ocak yapardık. Bu ocağın fitili kibritle yakılır ve genelde misafirlere bu ocağın üzerinde kahve yapılırdı. Yani çok çeşitli üretimimiz vardı. Ama zamanla aliminyum ve plastiğin çıkması bizim gibilerini çok etkiledi. Tenekeciliği aşağı yukarı sona erdirirken, camcılığa bir süre daha devam ettik.’’

Ömer Köylü’nün beş çocuğu olur. 1942’de Zeliha, 1946’da Yaşar, 1949’da Fatma, 1953’de İsmail ve 1957’de Sabahat doğar sırasıyla. Zamanla tenekecilik yanında cam işine de el atarlar. Bir süre tenekecilik ve camcılık beraber yürütülür. Bu arada Köylü ailesi 1966 yılında Hacı Ali Mersin’in belediyeyi geçince sağda kalan evini satın alıp oraya taşınırlar. Hakkı Karaca ve Nihat Güvenir, sağ ve sol komşularıdır.

Biraz da Ömer Efe’den bahsedelim. Aslında çocukluktan beri Tavas’taki efelere özenmektedir Ömer. Daha, küçük yaşlarda bile efe kıyafeti vardı. Güzel de bağlama çalıyordu. Sarayköy’e taşınırken yanına ilk aldığı şey efe kıyafetleri oldu, tabii ki bağlamasını da unutmadı. Sarayköy’de efe kıyafetlerini kuşandığı zaman dönemin fotoğrafçıları olan Ahmet Varlık ve Fotoğrafçı Karagöz diye anılan Hüseyin Güvenç eve gelip Ömer Köylü’nün bu anını fotoğraf çekip ölümsüzleştirdiler.

19 Mayısta, 23 Nisanda ama özellikle 24 Mayıslarda Ömer Köylü olmadan olmazdı. Ona ‘’Ömer Efe’’ de denilirdi. Efe kıyafetlerini, çizmesini giyer, silahını kuşanıp atına da binerek tören alanına giderdi. Tüfek ikiliydi. Genelde saçma atar ve törendekileri havaya sokardı. Kendisinin yanında on, on iki kızanı vardı. Gösterileri beraber yaptıkları gibi, tek başına da Ömer Efe enfes bir sunum yapardı. Her zeybeği severdi ama Muğla Zeybeğini, hele hele Tavas Zeybeğini döktüre döktüre oynardı. Bağlamasıyla Al Yazmam Dalda Kaldı ve Avşar Zeybeği türkülerini çalardı. Bu gibi resmi törenlerin yanında Ömer Efe düğünlerin ve yakın aile toplantılarının da değişmez efesiydi. Bu toplantılarda büyük bir tepsinin içinde kışın çerez, yazın ise mevsim meyvesi konulup hep beraber yenilip içilirdi. Ömer Efe bu toplantılarda bazen bağlama çalar, bazen de zeybek oynardı.

Yaşar Köylü babasının bir anısını da şöyle anlatıyor:

‘’Muhtemelen 1958 yılıydı. Hemşehrimiz Milletvekili Rafet Tavaslıoğlu önderliğinde Ankara’da –belki de ilk defa- bir Denizli gecesi yapılacaktır. Tavas’tan bir zeybek oyun ekibi istenir. Organizeyi daha sonra Sarayköy Kaymakamlığı da yapacak olan Tavas Kaymakamı M. Vedat Okay üstlenir. Tavas’tan ayarlanan beş, altı kişilik efe gurubu yanlarında Ömer Köylü’nün de bulunmasını ister. Ömer Köylü bu gruba Denizli’de katılır. Zeybek ekibi önce Denizli’de bir güzel ağırlanır. Pamukkale’ye giderek gezdirilir. Pamukkale’de bir hatıra fotoğrafı çektirirler. Ekip, daha sonra Denizli Belediyesi’nin temin ettiği bir otobüsle, Kaymakam M. Vedat Okay başkanlığında Ankara’ya götürülür. Denizli Gecesi, Ankara Palas Oteli’nin salonunda yapılır. Oyun ekibindeki kişiler, bir araya gelip günlerce çalışmamışlardır ama düğünlerdeki alışkanlıkları ile Tavas Zeybeğini ve diğer zeybek oyunlarını zamanın Başbakanı Adnan Menderes’in de bulunduğu ortamda bir folklor ekibi kadar baaşrılı şekilde, bir güzelce oynarlar. Oyunları çok beğenilir, Denizli’yi en iyi şekilde temsil ederler. Denizli ekibi ertesi gün Ankara’da gezdirilir ve Denizli’ye uğurlanır.’’

Tenekeci, camcı Ömer Köylü başta oğulları Yaşar ve İsmail Köylü, teyzesinin oğlu Osman Aslan olmak üzere çıraklar da yetiştirmiştir. Osman Aslan mesleği öğrendiğinde Acıpayam’da dükkan açmak ister. Kendisi de Ahilik töresi gereğince peştamal bağlanan Ömer Köylü Acıpayam’a gider ve çırağına Ahilik usulü peştamal bağlama töreniyle ustalık izni verir.

Tenekeci, camcı Ömer Efe, yani Ömer Köylü ne yazık ki 1979 yılında vefat etti. Şu anda Sarayköy’deki küçük kabristanda yatmaktadır. Komşumuz olan Ömer dedeyi ben hafif kısa boylu, biraz kilolu ve bıyıklı biri olarak anımsıyorum. Camcılığı küçük oğlu İsmail Köylü ilçemizde, plastik pencere kapı vd. yapımı şeklinde de torunu Ömer Köylü zamanın şartlarına göre devam ettirmektedir. Mesleğiyle ilçe halkına hizmet eden Ömer Köylü büyüğümüzün mekanı cennet olsun.

Son sözleri Ömer Köylü’nün büyük oğlu, ilçemizin eski esnaflarından Yaşar Köylü’ye bırakalım:

‘’Dediğim gibi ilkokuldan sonra okumayıp dükkanda çalışmaya başladım. Mesleğin inceliklerini öğrendim. Zaman geldi, askere gittim. Bir süre daha babamla çalıştıktan sonra ayrılmaya karar verdim. Kendi ayaklarımın üstünde durmalıydım. Bir süre tenekecilik, sobacılık yaptım. Yan komşumuz Süleyman Danış’tan sıhhi tesisat işi öğrendim. Onunla bir sene kadar beraber çalıştım. O sıralarda köylerde daha yeni yeni evlere çeşmeler bağlanıyordu. İş yoğunluğumuz vardı. 1970’li yıllar bu şekilde geçti. Daha sonra alet ve takımları satarak 1980 yılında İzmir’e taşınmaya ve dolmuşçuluk yapmaya karar verdim. Bir Ford Taunus aldım ve Balçova-Konak arası yıllarca çalıştım. Bu arabayı daha sonra Magirüs ile yeniledim. 2013 yılında mesleğe noktayı koyarak tam emekli oldum. Halen İzmir Balçova’da oturuyorum. Eşimin adı Şengül. Ömer, Seher ve Kevser isimli çocuklarım vardır.’’

Bu güzel anıların yeniden hayat bulmasına sebep olan Yaşar Köylü’ye teşekkür ederim.

* * * * * * *

KAYNAK: Hakkı Hakan Tok / “DÜNYADAKİ SARAYKÖYLÜLER” FACEBOOK GURUBU

15 Temmuz 2022 Cuma

1960' lı yıllarda ÇOCUKLUĞUMUZUN OYUNLARI / Mehmet Çevik

 1960' lı yıllarda ÇOCUKLUĞUMUZDA 

SEVEREK OYNADIĞIMIZ OYUNLAR / Mehmet Çevik

Haydi çocuklar, oynayın, hatırımı kırmayın,


Saklambaç, birdir bir, yakar top da, oynayın.

İp atlayın, hiç durmayın, çelik-çomak oynayın,

Uzun eşşek, yedi kiremit, oyunlara doymayın.

Yalvarırım, ne olur ! Beni de alın aranıza !

Topaç, fırıldak çevirin, hiç durmasanıza,

Sek sek oynayıp, yağ alıp, bal satsanıza,

Yorulunca ananızın dizine upuzun yatsanıza.

Fışkırık yapıp, harpçilik falan oynasanıza,

Sigara kaplarını kesip, fanti oynasanıza.

Prans falan oynayıp, koşun omuz omuza,

Hızlı koşun ! Yakalanmayın hiç domuza !

Şimdiki çocuklara bakıyorum da, hiç vakitleri yok oynamaya. Bizler oynayarak büyüdük. Çocukluğumuzdaki oyunları da hiç unutmadık. Rüyalarımıza girdi. Yıllar sonra hatıraları bile bize zevk ve renk verdi. Heyecan verdi. Bendeniz de bu mutluluğumu sizlerle paylaşayım, dedim. 

ÇÜNKÜ HAYAT PAYLAŞTIKÇA GÜZELDİR.  * * * * * * * * * 

BEN DE OYUN OYNARDIM KARNIM AÇ,
İÇİNDE TOPRAK, ELİMDE BAKRAÇ
HEM KÖREBE, HEM DE SAKLAMBAÇ
DURMAK NE DEMEK, KAÇ BABAM KAÇ
* * * * *
ÇELİK ÇOMAK VE YEDİ KİREMİTLER
VE ÇEVREMİZDE DOLAŞIRDI İTLER
HİÇ ÖNEMLİ DEĞİLDİ PİRELER, BİTLER
HAYATIMIZ OLMUŞTU BU GELGİTLER !
* * * * *
ELİMİZDE RENGARENK BONCUKLAR,
ÜSTÜMÜZDE ESKİ ÜSKÜ GOCUKLAR
AAHHH! NE ZEVKLİYDİ O OYUNLAR
BİR BİLSENİZ ZAMANE ÇOCUKLAR!
* * * * * * *

1960' lı yıllarda çocukluk oyunlarımızdan FANTİ YA DA, SİGARA KABI OYUNU / Mehmet Çevik

 1960' lı yıllarda çocukluk oyunlarımızdan FANTİ YA DA, SİGARA KABI OYUNU / Mehmet Çevik

FANTİ YA DA, SİGARA KABI OYUNU

Yaşıtlarımın belleklerinde ne kadar kalmıştır bilmiyorum ama, bu oyuna fanti oyunu denirdi. Oyundan sonra da kazandığımız fantilere mal denirdi. Sizin anlayacağınız her çocuğun zenginliği elinde bulundurduğu bu mallarla belirlenirdi. Bunlar o zamanki piyasadaki sigaraların kesilerek alınmış resimli ön kapakları idi. Onları düzgün bir şekilde keser, sipahi, yeni harman, yaka, gelincik karton şeklinde değilse, birinci, ikinci, üçüncü, bafra, subay, çamlıca, hisar gibi ince kağıttan yapılmışsa, onların altına karton yapıştırırdık zamk ya da incirle. Bunların her birinin piyasada az bulunurluluğuna ve ucuz pahalı oluşuna göre para gibi sayısal değerleri vardı. Bunları mahallelerde kurulan komisyonlar (!?) belirlerlerdi. Örneğin; Siyah renkli olan yaka, şatafatlı subay ve sipahi fantileri yüz, ikiyüze kadar çıkardı. Birinci, ikinci gibi sigaraların değerleri 5 e 10 a kadar düşerdi. Ortaya yedi kiremitte olduğu gibi bir daire çizer, fantileri üstüste koyardık, sonra da ellerimizdeki kaydırak taşlarıyla bunlara vurarak çizgiden dışarıya çıkarırdık. En fazla mal üten mahallenin ya da evin en zengin çocuğu olurdu. Bunları aramızda satarak ya da değiştirerek paraya da çevirebilirdik.

ÇOK DEĞERLİ HEMŞEHRİLERİM,
UMARIM SİZLERE İYİ VAKİT GEÇİRTTİM. YALNIZ BU OYUNLARIN HER YERDE, HATTA MAHALLELERDE BİLE DEĞİŞİK VERSİYONU OLDUĞUNDAN HEPSİNİ ANLATIRSAK, SAYFALAR YETMEZ. AYRICA, SİZ DEĞİŞİK VERSİYONUNU OYNAMIŞ OLABİLİRSİNİZ. BUNLAR BENİM BİLDİKLERİM. LÜTFEN BENİ TEKZİP ETMEYİNİZ. BİLDİKLERİNİZ VARSA SİZ DE YAZINIZ. ARTI, BUNLARI BEN, GELECEK NESİLLERE ÖĞRETMEK İÇİN DE YAZDIM. ANLAYIŞINIZ İÇİN TEŞEKKÜRLER EDİYORUM EFENDİM.

MEHMET ÇEVİK
ULUSLARARASI TUR REHBERİ
İNGİLİZ DİLİ VE EDEBİYATI ÖĞRETMENİ

* * * * * * *

1960' lı yıllarda çocukluk oyunlarımızdan HARPÇİLİK OYUNU / Mehmet Çevik

 1960' lı yıllarda çocukluk oyunlarımızdan HARPÇİLİK OYUNU / Mehmet Çevik

HARPÇİLİK OYUNU

Tahtadan yapmış olduğumuz tabanca ve silahlarla, önce iki gruba ayrılır, mevzilere geçer ve birbirimize ateş ederdik. Kim diğer grubun hepsini vurursa, oyunu kazanırdı. Kuzenim ne yazıkki hiç ölmezdi, yani bir numaralı mızıkçıydı. Bu da beni deli ederdi. Ateş ederken, kuh, kuh, ya da, dahinana, dahinana diye acaip sesler çıkarırdık. Bu makineli tüfek sesiydi.

ÇOK DEĞERLİ HEMŞEHRİLERİM,
UMARIM SİZLERE İYİ VAKİT GEÇİRTTİM. YALNIZ BU OYUNLARIN HER YERDE, HATTA MAHALLELERDE BİLE DEĞİŞİK VERSİYONU OLDUĞUNDAN HEPSİNİ ANLATIRSAK, SAYFALAR YETMEZ. AYRICA, SİZ DEĞİŞİK VERSİYONUNU OYNAMIŞ OLABİLİRSİNİZ. BUNLAR BENİM BİLDİKLERİM. LÜTFEN BENİ TEKZİP ETMEYİNİZ. BİLDİKLERİNİZ VARSA SİZ DE YAZINIZ. ARTI, BUNLARI BEN, GELECEK NESİLLERE ÖĞRETMEK İÇİN DE YAZDIM. ANLAYIŞINIZ İÇİN TEŞEKKÜRLER EDİYORUM EFENDİM.

MEHMET ÇEVİK
ULUSLARARASI TUR REHBERİ
İNGİLİZ DİLİ VE EDEBİYATI ÖĞRETMENİ

* * * * * * *

1960' lı yıllarda çocukluk oyunlarımızdan FIŞFIRIK OYUNU / Mehmet Çevik

 1960' lı yıllarda çocukluk oyunlarımızdan FIŞFIRIK OYUNU / Mehmet Çevik

FIŞKIRIK OYUNU

Kargılardan bir 30 cm kesip, ortasını da sıcak demirle delerek bir çubuğun ucuna çaput dolayıp piston yapar ve bunu kargının içine sokar, içine su çeker, önümüze gelen çocuğun üstüne atardık. Bir keresinde kuzenim geceyarısı bir remorkörün üzerinde giden adamın üzerine attı ve sigarasını söndürdü. Adam çok kızdı ama, traktör hareket halinde olduğu için onu yakalayamadı.

ÇOK DEĞERLİ HEMŞEHRİLERİM,
UMARIM SİZLERE İYİ VAKİT GEÇİRTTİM. YALNIZ BU OYUNLARIN HER YERDE, HATTA MAHALLELERDE BİLE DEĞİŞİK VERSİYONU OLDUĞUNDAN HEPSİNİ ANLATIRSAK, SAYFALAR YETMEZ. AYRICA, SİZ DEĞİŞİK VERSİYONUNU OYNAMIŞ OLABİLİRSİNİZ. BUNLAR BENİM BİLDİKLERİM. LÜTFEN BENİ TEKZİP ETMEYİNİZ. BİLDİKLERİNİZ VARSA SİZ DE YAZINIZ. ARTI, BUNLARI BEN, GELECEK NESİLLERE ÖĞRETMEK İÇİN DE YAZDIM. ANLAYIŞINIZ İÇİN TEŞEKKÜRLER EDİYORUM EFENDİM.

MEHMET ÇEVİK
ULUSLARARASI TUR REHBERİ
İNGİLİZ DİLİ VE EDEBİYATI ÖĞRETMENİ

* * * * * * *

1960' lı yıllarda çocukluk oyunlarımızdan YEDİ KİREMİT OYUNU / Mehmet Çevik

 1960' lı yıllarda çocukluk oyunlarımızdan YEDİ KİREMİT OYUNU / Mehmet Çevik

YEDİ KİREMİT OYUNU

Açık alanda oynanır. İki grup hâlinde oynanır. Top, yedi adet yassı taşla oynanır.Oyuncular iki gruba ayrılırlar. Ortaya küçük bir daire çizilir. 7 adet kiremit veya yassı taş üst üste dizilir. Bir grup kiremitlerin (taşların) yanında kalır. Diğer grup ise taşlara altı yedi metre uzaklıkta yerlerini alır. Amaç, altı yedi metre uzaktan topu yuvarlayarak taşları yıkmaktır. Atış yapılıp taşlar yıkılınca oyun başlar. Top karşı takımdadır. Atışı yapan grup yıktıkları taşları tekrar üst üste dizmeye çalışırken diğer grup ellerindeki topu elden ele geçirerek onları vurmaya çalışır.
Topla vurulan oyun dışı kalır. Eğer vurulacak kişi atılan topu yakalayabilirse topu rakiplerinin alamayacağı yere fırlatarak takıma zaman kazandırmış olur. Onlar bu sırada taşları üst üste dizmeye çalışırlar.Grubun hiçbir oyuncusu kiremitleri deviremezse gruplar yer değiştirir. Tüm taşları dizen grup oyunu kazanır. Gruptaki oyuncuların tamamı taşları dizmeden rakipler tarafından vurulursa oyunu kaybederler.

ÇOK DEĞERLİ HEMŞEHRİLERİM,
UMARIM SİZLERE İYİ VAKİT GEÇİRTTİM. YALNIZ BU OYUNLARIN HER YERDE, HATTA MAHALLELERDE BİLE DEĞİŞİK VERSİYONU OLDUĞUNDAN HEPSİNİ ANLATIRSAK, SAYFALAR YETMEZ. AYRICA, SİZ DEĞİŞİK VERSİYONUNU OYNAMIŞ OLABİLİRSİNİZ. BUNLAR BENİM BİLDİKLERİM. LÜTFEN BENİ TEKZİP ETMEYİNİZ. BİLDİKLERİNİZ VARSA SİZ DE YAZINIZ. ARTI, BUNLARI BEN, GELECEK NESİLLERE ÖĞRETMEK İÇİN DE YAZDIM. ANLAYIŞINIZ İÇİN TEŞEKKÜRLER EDİYORUM EFENDİM.

MEHMET ÇEVİK
ULUSLARARASI TUR REHBERİ
İNGİLİZ DİLİ VE EDEBİYATI ÖĞRETMENİ

* * * * * * *

1960' lı yıllarda çocukluk oyunlarımızdan ÇELİK ÇOMAK OYUNU / Mehmet Çevik

 

1960' lı yıllarda çocukluk oyunlarımızdan ÇELİK ÇOMAK OYUNU / Mehmet Çevik

ÇELİK ÇOMAK OYUNU

Çelik çomak iki grup arasında oynanan bir oyundur. Gruplar en az ikişer kişiden oluşur. Oyunda biri 30cm. diğeri ise 70 cm.lik iki sopa bulunur. Düz bir yere çizgi biçiminde küçük bir çukur açılır. Çukurdan 20 adım geride bir çizgi çizilir. Oyunda ebe yoktur. Oyuna ilk önce hangi grubun başlayacağını belirlemek için seçim yapılır.
Seçimi kazanan grup oyuna başlamak için hazırdır. Karşı gruptan bir kişi elindeki uzun sopayı önceden açılan çukurun üzerine yatay olarak koyar. Oyuna ilk başlayan kişi önceden çizilen çizgiden elindeki küçük sopayı çukur üzerindeki sopaya atar. Vurur ise oyuna başlar. Önce uzun sopa yardımı ile kısa olan sopa havaya kaldırılır ve yere düşmeden yine uzun sopa yardımıyla kısa sopa olabildiğince uzağa atılır. Küçük sopanın düştüğü yere kadar oyunu kaybeden gurubun oyuncuları sekerek gider. Oyun bu şekilde devam eder.

ÇOK DEĞERLİ HEMŞEHRİLERİM,
UMARIM SİZLERE İYİ VAKİT GEÇİRTTİM. YALNIZ BU OYUNLARIN HER YERDE, HATTA MAHALLELERDE BİLE DEĞİŞİK VERSİYONU OLDUĞUNDAN HEPSİNİ ANLATIRSAK, SAYFALAR YETMEZ. AYRICA, SİZ DEĞİŞİK VERSİYONUNU OYNAMIŞ OLABİLİRSİNİZ. BUNLAR BENİM BİLDİKLERİM. LÜTFEN BENİ TEKZİP ETMEYİNİZ. BİLDİKLERİNİZ VARSA SİZ DE YAZINIZ. ARTI, BUNLARI BEN, GELECEK NESİLLERE ÖĞRETMEK İÇİN DE YAZDIM. ANLAYIŞINIZ İÇİN TEŞEKKÜRLER EDİYORUM EFENDİM.

MEHMET ÇEVİK
ULUSLARARASI TUR REHBERİ
İNGİLİZ DİLİ VE EDEBİYATI ÖĞRETMENİ

* * * * * * *

1960' lı yıllarda çocukluk oyunlarımızdan SAKLAMBAÇ OYUNU / Mehmet Çevik


1960' lı yıllarda çocukluk oyunlarımızdan SAKLAMBAÇ OYUNU / Mehmet Çevik

SAKLAMBAÇ OYUNU

Oyuncu sayısına bir kısıtlama getirilmez. Oyunculardan biriebe olarak seçilir. Ebe bir duvara, ağaca ya da başka bir nesneye kafasını yaslar ve gözünü -genellikle kolu yardımıyla- kapatarak oyuncular tarafından kararlaştırılmış bir sayıya kadar birer birer sayar. Ebenin yaslandığı bu yere sobeleme yeri denir. Bu sırada diğer oyuncular ebenin onları göremeyeceği yerlere saklanırlar. Oyuncuların amacı, "Önüm arkam sağım solum sobe" diyerek saymayı bitiren ebenin onları aramak için sobeleme noktasından ayrıldığında gelip ellerini sobeleme noktasına dokundurarak sobe yapmaktır. Ebeden önce sobe yapabilen oyuncular kendilerini bir sonraki turda ebe olmaktan kurtarırlar ancak ebenin saklandığı yeri bulup kendisinden önce sobelediği oyuncu ise bir sonraki turda ebe olur ve oyun bu şekilde oyuncular oynamaktan sıkılıncaya kadar devam eder.
Yaygın oynanan saklambaç türlerinde ebenin sobelediği oyuncunun adını herkesin duyacağı şekilde bağırması gerekir. Ebenin, gördüğü oyuncunun adını herhangi bir nedenle yanlış söylemesi oyunun ebe tarafından kaybedilmesine yol açar ve buna 'çamlak çömlek patladı' denir. Oyuncular bir ağızdan 'çamlak çömlek patladı' diye bağırarak saklanmakta olan arkadaşlarını uyarırlar. Sonrasında ebe tekrar gözlerini kapatıp sayma işlemine başlar ve oyuncular saklanırlar.
Çeşitli yörelerde farkı adlarla saklambaç benzeri oyunlar oynanmaktadır.

ÇOK DEĞERLİ HEMŞEHRİLERİM,
UMARIM SİZLERE İYİ VAKİT GEÇİRTTİM. YALNIZ BU OYUNLARIN HER YERDE, HATTA MAHALLELERDE BİLE DEĞİŞİK VERSİYONU OLDUĞUNDAN HEPSİNİ ANLATIRSAK, SAYFALAR YETMEZ. AYRICA, SİZ DEĞİŞİK VERSİYONUNU OYNAMIŞ OLABİLİRSİNİZ. BUNLAR BENİM BİLDİKLERİM. LÜTFEN BENİ TEKZİP ETMEYİNİZ. BİLDİKLERİNİZ VARSA SİZ DE YAZINIZ. ARTI, BUNLARI BEN, GELECEK NESİLLERE ÖĞRETMEK İÇİN DE YAZDIM. ANLAYIŞINIZ İÇİN TEŞEKKÜRLER EDİYORUM EFENDİM.

MEHMET ÇEVİK
ULUSLARARASI TUR REHBERİ
İNGİLİZ DİLİ VE EDEBİYATI ÖĞRETMENİ

* * * * * * *