22 Eylül 2014 Pazartesi

SARAYKÖY’DE BEN DE BİR ZAMANLAR ÇOCUKTUM / MEHMET ÇEVİK


SARAYKÖY’DE 
BEN DE BİR ZAMANLAR ÇOCUKTUM

BEN DE OYUN OYNARDIM KARNIM AÇ,
İÇİNDE TOPRAK, ELİMDE BAKRAÇ
HEM KÖREBE, HEM DE SAKLAMBAÇ
DURMAK NE DEMEK, KAÇ BABAM KAÇ
*
ÇELİK ÇOMAK VE YEDİ KİREMİTLER
VE ÇEVREMİZDE DOLAŞIRDI İTLER
HİÇ ÖNEMLİ DEĞİLDİ PİRELER, BİTLER
HAYATIMIZ OLMUŞTU BU GELGİTLER !
*
ELİMİZDE RENGARENK BONCUKLAR,
ÜSTÜMÜZDE ESKİ ÜSKÜ GOCUKLAR
AAHHH! NE ZEVKLİYDİ O OYUNLAR
BİR BİLSENİZ ZAMANE ÇOCUKLAR!

Çocukluğumuzun oyunlarını şimdiki gibi hatırlıyorum. Neler vermezdim ki o günlere dönmek için. Ne gam vardı ne de kasavet. Ara sıra aşık olurduk komşunun kızına işte o kadar. 
Hayatta iki şey geri gelmezmiş derler; Birincisi çocukluğun, ikincisi de kaybettiklerin. Yalnızca onların yokluğuyla avunursun o kadar. 
Üzerinde yaşadığımız uçsuz bucaksız yemyeşil topraklarda neler oynamazdık ki. Çelik çomak, yedi kiremit, yakartop, uzun eşşek, prans, birdirbir, körebe, saklambaç. Oyuna bir türlü doymazdık. Hele günbatımında oyunlar daha zevkli olurdu. Bir türlü evin içine girmek istemezdik babalarımızın, annelerimizin defalarca çağırmalarına rağmen. Geceleri ay eğer dolunaysa, daha zevkli olurdu saklambaç. Karanlıkta biraz zor bulunurdu çocuklar. Bizim köpek Koparan’da katılırdı oyunumuza. O ebeden daha çabuk bulurdu saklananları koku alma duyusu güçlü olduğundan. Çocukları bulduğunda üç kez havlardı Koparan.

Bir keresinde çelik çomak oynarken sopayı tam çeliğe vuruyordum ki, sopa tam kuzenimin kafasında patladı. Onun kocaman kafasının çeliğin yanında ne işi vardı hala anlamış değilim. Diğeri de kendi aramızda ellerimizle yapmış olduğumuz tabanca ve tüfeklerle savaş oyunu oynardık. Siperlere geçer, ağzımızla kuh, kuh diyerek, ya da makineli atışı yaparsak, tarrrrr, veya dahinana, dahinana, diyerek ateş eder gibi yapardık. Kim önce davranırsa karşıdaki ölmüş numarası yapardı. Büyük kuzenim çok mızardı, yani resmen mızıkçıydı, o hiç ölmezdi. Sonra aramızda tartışma başlar ve oyun sona ererdi. Zaten iri cüsseli olduğu için her zaman mızardı. Huysuzdu. Can çıkar da huy çıkmaz, derler ya, şimdi gene aynı! 
Ben burada size diğer oyunları anlatmayacağım, zaten üç aşağı, beş yukarı onları herkes biliyor. Birisi hariç; Fanti oyunu!

Fanti oyunu: Yaşıtlarımın belleklerinde ne kadar kalmıştır bilmiyorum ama, bu oyuna fanti oyunu denirdi. Oyundan sonra da kazandığımız fantilere mal denirdi. Sizin anlayacağınız her çocuğun zenginliği elinde bulundurduğu bu mallarla belirlenirdi. Bunlar o zamanki piyasadaki sigaraların kesilerek alınmış resimli ön kapakları idi. Onları düzgün bir şekilde keser, sipahi, yeni harman, yaka, gelincik karton şeklinde değilse, birinci, ikinci, üçüncü, bafra, subay, çamlıca, hisar gibi ince kağıttan yapılmışsa, onların altına karton yapıştırırdık zamk ya da incirle. Bunların her birinin piyasada az bulunurluluğuna ve ucuz pahalı oluşuna göre para gibi sayısal değerleri vardı. Bunları mahallelerde kurulan komisyonlar (!?) belirlerlerdi. Örneğin; Siyah renkli olan yaka, şatafatlı subay ve sipahi fantileri yüz, ikiyüze kadar çıkardı. Birinci, ikinci gibi sigaraların değerleri 5 e 10 a kadar düşerdi. Ortaya yedi kiremitte olduğu gibi bir daire çizer, fantileri üstüste koyardık, sonra da ellerimizdeki kaydırak taşlarıyla bunlara vurarak çizgiden dışarıya çıkarırdık. En fazla mal üten mahallenin ya da evin en zengin çocuğu olurdu. Bunları aramızda satarak ya da değiştirerek paraya da çevirebilirdik. Elbete iş burada bitmiyordu. Aramızda hırsızlar vardı. Bu hırsızlık eğer yakalanmazsan meşru sayılırdı. (!?) Bu kazandığımız malları oyundan sonra saklamak çok önemliydi. Evin bir köşesine saklayamazdık çabuk bulunurdu. Bahçemizdeki toprağı kazarak oraya saklardık. Bunları kim bulursa onun olurdu. Ama haksız kazançtı. Alınteriyle kazanılmıştı çünkü. Ah ne hoştu o oyunlar.

Bizler çocukluğumuzda yukarıda anlattığım gibi kanaatkardık. Aza kanaat ederdik. En küçücük şeyler bizi mutlu ederdi. Bir tahta, bir sopa, bir sigara kağıdı gibi.

ŞİMDİKİ VELETLERE BAKIYORUM DA DÜNYAYI ALSAN DA VERSEN MUTLU OLMUYOLAR! OYUNCAK ÜZERİNE OYUNCAK! AMA HEMEN BIKIYOR VE HIR GÜR ÇIKARIYORLAR! MUTLU DEĞİLLER! MAHALLELERDE ORTAK, KOLEKTİF, DOSTÇA OYNANAN OYUNLAR YOK ARALARINDA. HİÇBİR ŞEYDEN HAZ VE ZEVK ALMIYORLAR. HEPSİ BİRER PUT YA DA HEYKEL GİBİ YETİŞİYORLAR. EVLERDE HİYERARŞİ DE DE EN ÖNDELER! BİR DEDİKLERİ İKİ OLMUYOR! KİŞİLİKLERİNİ BULACAKMIŞLAR! HAH SEVSİNLER SİZİN KİŞİLİKLERİNİZİ! ŞU DÜNYADA KİŞİLİK ARAYALIM DERKEN KİŞİLİKSİZ OLUP GİTTİNİZ! BÜYÜMEDEN BİTTİNİZ. KAYBOLUP DA GİTTİNİZ! NE DE ÇABUK YİTTİNİZ! ELİNİZDE TELEFONLAR, DİZİNİZDE BİLGİSAYARLAR DALMIŞSINIZ SANAL BİR DÜNYAYA DOSTU DA KAYBETMİŞSİNİZ ŞİMDİDEN POSTU DA! ANAYI BABAYI ESİR ALMIŞ, SONU GELMEYEN RÜYALARA DALMIŞSINIZ. BEN ŞEHRİN KALDIRIMLARINDA YÜRÜRKEN TELEFONUNA, FACEBOOK U NA BAKAYIM DERKEN GÜNDE EN AZ BANA 10 KİŞİ ÇARPIYOR! BUNLAR SALAK DEĞİL, SAF DA DEĞİL, UZAYDAN DA GELMEDİLER AMA NE OLDU BUNLARA!

ELBETTE Kİ BEN BİLİMİN NİMETLERİNDEN FAYDALANMAYIN, DEMİYORUM. BEN DE FAYDALANIYORUM AMA, SINIRINI BİLİYORUM. YORUMUNU SİZE BIRAKIYORUM. ALLAH’A DEĞİL! ÇÜNKÜ İNSANOĞLUNUN KENDİNE YAPTIĞI KÖTÜLÜĞÜ KAİNAT BİRLEŞSE YAPAMAZMIŞ. İLMİN VE BİLİMİN NİMETLERİNİ KULLANIN AMA, AŞIRIYA GİTMEYİN !!! KÖTÜYE DE KULLANMAYIN!!! O BİRGÜN GELİP SİZE GERİ DÖNECEKTİR !!! HADİ SİZE İYİ GÜNLEEEEEER.

MEHMET ÇEVİK
Sarayköy’ün eri, Bilimin neferi,
Öcü değil, Sizden biri,

Hiç yorum yok: