22 Eylül 2014 Pazartesi

SARAYKÖY’ÜM GÜZELDİ BENİM / MEHMET ÇEVİK


SARAYKÖY’ÜM GÜZELDİ BENİM
SARAYKÖY,GÜZEL SARAYKÖY
AKLIMI BAŞIMDAN ALDI
KALBİMİN YARISI SENDE
YARISI LONDRA’DA KALDI

Hani o anılarımda devamlı altını çizerek, vurgulayarak anlattığım ekolojik dengeyi sağlayan, binlerce çeşit kurda kuşa, böceğe ev sahipliği yapan, bağ ve bahçelerin sulanmasına, yeşil kalmasına sebep olan bizim cennetler cenneti çayın kapatılması, yetmiyormuş gibi güzelim bahçelerin ortalarından yarılıp bölünerek yol geçirtilmesi beni gönülden yaralamıştı. 
Bunu hem biz, hem de orada yaşayan irili ufaklı hayvancıklar haketmemişti. Artık kedi ve köpeklerin bile içebilecekleri bir su bile yoktu ortalıklarda. İnsanın kendine yaptığı kötülüğü dünya alem birleşse yapamazmış!

O çayın kaldırılacağına, güzelleştirilse, etrafına taşlar döşense, yine tahta köprüler yapılsa Sarayköy için bir güzellik, bir özellik olurdu. Ayrıca neredeyse kazamızın ortasında yer alan yemyeşil bağ ve baçelerimiz aynen kalsa da, yeşil alan, yeşil park olarak planlansa kötü mü olurdu. 
Bildiğim birşey var ki öyle söylüyorum. Avrupa’da ortasından akarsu geçmeyen hemen hemen bir yerleşim yeri yok gibidir. Yerleşim yerleri özellikle akarsu kenarlarına kurulmuştur. Onun suyundan ve kurduğu ekolojik dengeden faydalanılabilsin diye. 
30 yıldan fazla merkezinde yaşadığım Londra’da ki Thames (Temz) nehri ki, insanlar nehir boyunca yürümekten, köprülerle karşıyakaya geçmekten, onu izlemekten, etrafındaki kafelere oturup birşeyler içerek dinlenmekten son derece zevk alırlar. Mega şehir Londra’nın içme, kullanma, temizlik ve foseptik suyu bu nehirden gelir. Ulaşım dahil, sayılamayacak kadar faydaları vardır. Paris’in Seine ( Sen ) nehri ne ise, Londra’nın Thames nehri de odur. Eğer o şehirler olmasaydı her iki şehir de şimdiki şöhretine kavuşamazdı.

Porsuk çayı denince akla Eskişehir, Eskişehir denince de Porsuk çayı akla gelir. Hani Nil olmasaydı, Mısır olmazdı derler ya! Tayland’ın başkenti Bangkok’un ortasından geçen ve üzerinde pazar kurulan gondollarla, botlarla alış veriş yapılan, etrafına hayat saçan nehri hatırlar mısınız? Göksu’suz Silifke’nin, Yeşilırmak’sız Amasya’nın olamayacağını çok iyi bilirsiniz sanırım. Kızılırmak, Fırat ve Dicle’nin bu topraklarda kıvrılıp bükülerek etrafına nasıl bir hayat verdiğini tartışmaya gerek var mı acaba ? Ama biz bu toprağın kötü insanları Ege’liler, Menderes nehrini katlettik. Suyu simsiyah! Içinde mikroptan başka hiçbir canlı barındırmıyor! İstatistiklere göre, 10 yıl içinde bu nehir tamamen ölecek! Şimdi de zaten can çekişiyor! Artık başımız sağolsun!

Çocukluğumun bir senesi istasyon tarafındaki çayın kenarında geçti. Yazın içinde yüzüp serinlediğimiz gibi, kışın sel geldiğinde de içinde milyonlarca balık barındırırdı. Bir keresinde annem yine böyle bir günde kamıştan yapılmış sepeti içine attığında yüzlerce balık yakalamıştı da günlerce yemiştik. Eğer o çay bugün olsaydı bahçeler sulanır, içinde bir eko dengeyi sağlayan bir sürü hayvan barınırdı. Üzerine tahta köprüler yapılır, üzerinde yine çaylar içilirdi. Sohbetler koyulaşırdı. Çayın kaynağına arteziyenler açılır, suyu çoğaltılır, bir Aksu, bir Göksu gibi olur, kenarına yemyeşil çay bahçeleri kurulur, insanlar buralara oturur bu güzellikleri izlerlerdi. Kaddafi bile uçsuz bucaksız Libya çöllerinde yeraltı suyunu yer üstüne çıkararak koskoca bir nehir inşa etmedi mi? Kaldı ki benim yurdum cennet köşelerinden bir köşe. Şimdi susuzluktan, kuraklıktan bedbaht olan, betonlarla dolan, yıldan yıla görüntüsü bozulan, minesi solan Sarayköy’ün nesi kaldı acaba? Eğer korunsaydı, sahip çıkılsaydı, çok verimli bahçeleri, bağları, serin akan çaylarıyla tarihi olguda bozulmadan yerini alır ve adından sonsuza dek kendisinden bahsettirirdi Sarayköy! Telli duvaklı gelin olur, belleklerde daha iyi bir yer ederdi kendine.

Eyy güzelim çay! sen hayattayken üzerindeki tahta köprülere oturan o güzel insanların sıcacık demli tavşan kanı çaylarını yudumlarken askerlik hatıralarını, İstiklal savaşını, savaşlarda şehit kalan dedelerini, Yemen’e gidip de gelemeyen yakınlarını, Yunan’ı korkutup kaçıran Ege’nin meşhur efelerini, canlı canlı, duyarak, içtenlikle, bazan da gözyaşı dökerek anlatan, şu anda aramızda olmayan, belleklerimizde sadece hayalleri kalan o güzelim insanların sürükleyici hikayelerini hala duyar gibi oluyorum o çayın üzerinde yürürken şimdi. Onları görür gibi oluyorum şimdi. Keşki hayatta olsaydın da, o hayat veren sularınla bahçelerimizi sulasaydık, sıcak yaz günlerinde ebediyyete akıp giden her damla suyunu yağmur damlaları gibi içimizde hissetseydik. Şimdi inanıyorum ki, her canlı gibi sen de, hayat verdiğin bitkiler ve canlılar da ölümlüymüş ! Ama seni Tanrı değil, insanlar insanlar katletti. Cahillik ve bilgisizlik parayla değil ! Yaptıkların için sana şükran ve minnet borçluyuz ! Nur içinde yat e mi ?
Tarİhten bir yaprak
MEHMET ÇEVİK

Hiç yorum yok: