4 Temmuz 2009 Cumartesi

BİR DÖNEMİN SARAYKÖYÜNE AİT BAZI GELENEK VE GÖRENEKLER / Atila Girgin

SARAYKÖY’E AİT BAZI YÖRESEL GELENEK VE GÖRENEKLER

Kentleşme olgusuyla birlikte geleneksel alışkanlıklarda değişmektedir. Bu bağlamda küresel baskı ve egemen kültürlerin etkisi altında giderek kaybolan değerlerimizi unutturmamak, yöreye özel ve yöreyi farklı kılan özgün duruşları, gelenek ve görenekleri açığa çıkarmak, paylaşmak ortak sorumluluğumuzdur. Özellikle sevgili gençler, büyüklerinin bu konulardaki birikimlerini onlardan öğrenerek, video, fotoğraf ve yazılı olarak herkesle paylaşmalılar ki bu değerlerimiz korunabilsin, yok olmasın ve de bize özel güzel şeyler tüm yurdum insanıyla da paylaşılabilsin.

Sarayköylüler ve Sarayköy dostları, yöresel ve bölgesel, kültürel ve sosyal etkinliklerden, ulusal ve dini bayramlardan, yörenin ortak değer ve mutluluklarını, gerek yazışarak, gerekse fotoğraf ve videolarla paylaşırsanız, dostluk, kardeşlik, adına güzel şeyler yapmış olacaksınız.

İnsan davranışları, bulunduğu dönem ve koşullar içinde bir anlam bütünlüğü ve davranış tutarlılığı oluşturur. Geçmişin davranışlarını bugünün bakış açısıyla yargılamamak gerekir. Bu değerleri, doğru yada yanlış olarak değerlendirmek yerine, yöremizin o dönemdeki birer gerçeği olarak kabul etmemiz gerekir.

İşte sizlere, farklı kültür, din ve ulusların karşılıklı etkileşimlerinden arda kalan, yöremizdeki bazı davranış ve inançlardan bazı esintiler:

Yöredeki inanca göre eşik uğursuzdur, şeytan ve cinlerin saldırısına uğramamak için eşiğe basılmaz, eşikte oturulmaz.

Damında baykuş ötenin evinden ölü çıkacağına, evinin üstünden kuzgun geçen çiftin nikahının bozulacağına inanılır.

Ateş yanarken birden alevlenirse, biri ev sahibini andığına inanılır, ateşin çatırdayarak yanmasından, ev sahibi hakkında dedikodu yapıldığına inanılırdı.

Loğusa ve bebek kırk gün dışarıya çıkarılmaz. Doğumun 15, gününde yıkanan ve tuzlanan bebek için aynı gün kurban kesilirdi. Kurban etinden “Etli pilav” yapılırken kemikleri de gömülür. Loğusayı görmeye gelenlere loğusa çayı yada şerbet ikram edilirdi. Yeni doğan bebeklerin gözüne sürme çekilirdi. Çocuk erkekse sürmeyle yüzüne sakal bıyık yapılırdı. Kırk hamamından sonra anne, bebeğiyle birlikte ev ziyaretlerine gider. Konuk gidilen yerlerde çocuğa bir mendil içinde biraz şeker ve üç yumurta verilir. Bunlar verilmezse evdeki eşyaların fareler tarafından yenileceğine inanılırdı.

Yörede, ölü suyu ısıtılan kazanların altındaki sönmüş odunlar atılır. Ölü evden çıktıktan sonra yasin okutulur ve orada bulunanlara şerbet ikram edilir. Daha sonra birkaç ay, eve gelen konuklara hiçbir şey ikram edilmez. Elli iki gün sonra ölü evinde yufka açılır, helva ve pilav pişirilir ve bunlar dağıtılır.

Bilimsel olarak yanlışlığı kanıtlansa da o yıllarda, gecenin bir vaktinde yediğimiz yemeğin adı da “ YAT GEBER EKMEĞİ “ idi.

Bölge insanımızın yerel ağızla söylenmiş bir söyleşisini sizlerle paylaşarak kültürel değerlerimize bir katkı olsun isterim.

“akidesle neledesigiz gari,ani kimsile bisey yazmebba isigiz gucuguz bek mi cok”, “anaa Mıstafali ossun vasin netcen dee solenip durmu gari.gine eyi kotu iscezin var,hec olmiyanla ne essing. hekesin bi sikintisi va gari 

akides sen de dinneniken siir.iroman yazasing gari .kaapizigida yoruse gidive gucculu o hec tasilanma emi. galk galk hadi gari, ani hole silkilenive ad gendigni disalara Istambolun geyfini cikarive “, “hişşş gıı hatçe benim yok valla oturup duruum evcezimde. sıkıldım elemme ne etçen bizim işlee bööle,eççik çalış bol bol yat.kaapız gibi oldum yemin osun.yatı yata büyüpduruum “

Dost ve esen kalın.
Yaşamda her güzel şey sizin ve sizlerle olsun.

Hiç yorum yok: