10 Mayıs 2014 Cumartesi

1960' LI YILLAR: ÇOCUKLUĞUMUN BAĞLARI, BAHÇELERİ - MEHMET ÇEVİK



1960' LI YILLAR
ÇOCUKLUĞUMUN BAĞLARI, BAHÇELERİ

Hani size daha önce anlattığım dünyanın en güzel çayı vardı ya… Bizim yaşam kaynağımız olan… Sarayköy’ün saklı kenti, gizli cenneti…
Biz yemyeşil bahçelerde envai çeşit ağaçlar, yeşillikler içinde yaşardık. Çevremizdeki arklar içinde sular akardı her daim. Yeşildi her yer yaz ve kış. Dev gibi vişne ağaçlarımız, nar, incir, erik, şeftali, kayısı, muşmula ve daha neler neler. Mayısda tezerenler ve üzümler yazın tadını getirenler, Saymakla bitiremezdiniz.

Bahçemizde mevsimine göre domates, biber, patlıcan, mısır, kabak, insan kadar büyük balkabağı! Karpuz, kavun ve daha neler neler yetiştirirdik. Çarşıdan hiç meyve, sebze almazdık. Herşey organikti. İnsanlar bile! Ayrıca bahçemize girişteki karaağacın üzerinde su kabağı yetişirdi. Olgunlaştığında onu oyar ve gerek çamaşırlar, gerekse yıkanmak için kulpundan tutarak maşrapa gibi kullanırdık. 

Bir küpün içersine koyduğumuz suyu kül ile karıştırarak küllü su yapar onunla hem çamaşırlarımızı hem de kendimizi yıkardık. Külün içindeki potasyum hem kirleri çıkarır hem de mikropları öldürürdü. Şu doğayı kirleten, zehir saçan deterjanlar yoktu. Merak etmeyin, herkes halinden memnundu.

Asmalarımız vardı. Bahçemizin neredeyse yarısı asmalıktı. Siyah, beyaz, çekirdeksiz sultani üzümlerimiz vardı. Hem yer, hem de kurutur, pekmez, peskel, köytü, reçel yapardık bunlardan.

Üç eşşeğimiz, bir atımız, bir ineğimiz, bir malta keçisi, bir kara keçimiz, koyunlarımız, kuzularımız, tavuklarımız, kedilerimiz, köpeklerimiz vardı. 

Herşeyden önce mutluluk vardı, MUTLULUK! Zamanımızda zor bulunan MUTLULUK! Herşeyin tazesini, organiğini yerdik. Toprak ana bire bin verirdi.

Evimizin önündeki hayatın sağ köşesinde kocamaaan bir karaağaç vardı. Sık yaprakları, kalın ve uzun dallarıyla bizi kızgın yaz güneşinden ve yalazdan korurdu. Üzerinde son derece hoş sesli bir bülbül yaşardı küçücük yuvasında. Bu rengarenk güzeller güzeli kuş beni gerçekten çok etkilemişti. Sarmaşık gazetesi şiir köşesine gönderdiğim şiirlerimi bile onun sesinin verdiği büyülü ilhamla yazardım. Sesini kargalar bile dinlerdi. Unutamam. Sabahleyin onun hazin sesiyle güne merhaba derdik. Gün boyunca onu dinlerdik, davudi sesiyle kendimizden geçerdik. Şimdi nerdesin eyy bülbül güzel kuş!
Sen bize bir Tanrı vergisiydin eyy bülbül,
Kıskanırdı hem seni diğer kuşlar ve gül,
Dinlerdi seni insanlar ve hatta sümbül,
Şiirler yazardı sana komşum Hüsnü Gül.
Bilemem şimdi neredesin ama o güzel sesin hala kulaklarımda gün be gün. Biz de senin yanına geleceğiz birgün. Belki sana bir daha teşekkür ederim eyy bülbül. Uzun yaz günlerinde bizleri mutlu ettiğin gibi, güz yağmurlarında bile susmaz öterdin. 

İran’ı gezerken Şiraz’daki Hafız’ın kabrindeki bülbüllerin biteviye ötüşü bana seni hatırlattı ve şu unutulmaz dizeler aklıma geliverdi şimdi hemen Yahya Kemal Beyatlı’nın kaleminden ve ‘
’ Rindlerin Ölümü ‘’ başlıklı şiirinden :
Hafız’ın kabri olan bahçede bir gül varmış;
Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle.
Gece bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış.
Eski Şiraz’ı hayâl ettiren âhengiyle.

Hayat öyle bir şey ki, biri diğerini hatırlatır ve, ve de, devam eder ömür boyu. Bu güzel kuşun sesine serçe, sığırcık, karga, güvercin, kumru ve daha yüzlerce kuşun sesi karışarak şefi, cırcır böceği olan bu doğal orkestra bedava konser verirdi hergün. Buna eşek anırmaları, horoz sesleri, eşek arıları, bal arıları, sarıca arılar, gelincikler, sincaplar, kurbağa vıraklamaları, köpek havlamaları, at kişnemeleri ve daha adlarını anımsayamadığım insanlığın hizmetine sunulmuş nice sevimli yaratıklar karışarak Cumhurbaşkanlığı Filarmoni Orkestrası’nın çaldığı İtalyan Giuseppe Verdi’nin ‘’ Dört Mevsim ‘’ klasiğini anımsatırdı. Ama bu canlıydı, coşku doluydu. Bremen Mızıkacıları bunların yanında solda sıfırdı. Çünkü bunda bir tatlı ahenk vardı kulaklara hoş gelen. Bir tatlı sedaydı o uzayın mavi boşluğunda. Geceleri kuşlar ve hayvanlar uykuya yattığında nöbeti; Havayı nokta nokta kırmızı mumlar gibi aydınlatan ateşböcekleri ve ince keman sesini andıran kriketlere bırakırlardı. Gökyüzünde kayan yıldızları izleyerek onları dinlerdik uyku öncesi. 

Buraya kadar hoştu da, bir de insanın kanını emen sivrisinekler olmasaydı. Küçücük, iğne gibi hortumlarını salarlardı taa kandamarlarımızın içine doymak bilmez iştahlarıyla. Onların hakkından da yakılan eşşek tersinin dumanı gelirdi. Nedense sevmezlerdi onu hiç. Ama bize büyülü bir tütsü gibi gelirdi.

Bazen kumruları fare kapanıyla yakalar, sever, okşar ve bırakırdım. Kumruların efsanesini annemden dinledikten sonra bir daha yakalamadım:
İki kardeşin kötü mü kötü bir üvey anası varmış. Bunlardan biri birgün yemek pişirmek isterken yağı yere dökmüş, üvey ana buna çok kızmış, öldürünceye kadar dövmüş, ölmek üzereyken çocuk kumru olmuş, uçup giderek kurtulmuş. Kumru olan çocuk bunu hiç unutmamış ve her öttüğünde: ‘’ guguk, guk, yağ döktü, kim döktü, ben döktüm’’ dermiş o zamandan beri. Efsane de olsa çok üzüldüm. Demek ki her devirde kötü insanlar varmış ve Tanrı masumlarla birlikteymiş.

Geceleri çakallar basardı bahçemizi. Yatağımıza girdiğimizde onların seslerini ürperti, yarı korku, yarı gizem içinde dinlerdik. Zararsızdılar. Sesleri bir müzik gibi gelirdi kulağımıza. Şimdi onların da soyu kesildi. 

İnsanoğlunun her elini attığı yer kuruyor, çölleşiyor, bitkiler, hayvanlar ölüyor, güzelim bahçeler betonlaşıyor, yozlaşıyor, doğa acımasızca katlediliyor. İnsan eliyle yapılan bu katliama hiç kimse dur, demiyor günden güne türler yok oluyor, doğa ağlıyor, insan mutsuzlaşıyor ve canavarlaşıyor, an be an büyük bir felakete doğru sürükleniyor.

ŞİMDİ ORALARA BETONDAN EVLER YAPMIŞLAR. HİÇBİR ÜRETİM YAPMIYOR VE HAZIR YİYORLAR. KOMŞULUK İNSANLIK TA BİTMİŞ. ARTIK GÖREMİYORUM O EŞSİZ HAYVAN VE BİTKİ TÜRLERİNİ! ONLARI KANLI ELLERİYLE İNSANLAR ÖLDÜRDÜ! NE ZARARI VARDI Kİ İNSANA! SEN BUNU HAK ETTİN BE VAHŞİ İNSAN! HUNHAR YARATIK! UNUTMA Kİ, DOĞADAN ALDIĞIN HERŞEYİ DOĞA TEKRAR SENDEN GERİ ALACAKTIR. BU TANRI’NIN YASASIDIR!
SÖZLERİMİ GÜZEL BİR KIZILDERİLİ ATASÖZÜYLE BİTİRİYORUM: YERYÜZÜNDE EN SON GÖL KURUDUĞUNDA, IRMAKLAR AKMADIĞINDA, EN SON BALIK ÖLDÜĞÜNDE, PARA HİÇBİR İŞE YARAMAYACAKTIR ,

MEHMET ÇEVİK
ULUSLARARASI TUR REHBERİ
İNGİLİZ DİL VE EDEBİYATI ÖĞRETMENİ
Ve sizden biri,
Bu ülkenin eri,
Sarayköy’dür yeri.
Bitmez kederi.

Sarayköy sevdalısı bir usta ressamımız, Sevgili Orhan Güler dost'un bir Sarayköy görselini de konuyla ilintisi nedeniyle sizlerle paylaşmak istedik. Beğeniyle izleyeceğinizi düşünüyorum. Esenlik ve dostluk dileklerimle.

Hiç yorum yok: