24 Nisan 2014 Perşembe

1960 LI YILLARIN SARAYKÖY ÇARŞI VE PAZARI / MEHMET ÇEVİK


GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ HAYALİ 
CİHAN BEDEL
AVAZEYİ ŞU ALEME DAVUT GİBİ SAL,
BAKİ KALAN BU KUBBEDE 
HOŞ BİR SEDA İMİŞ

# 60 LI YILLARIN SARAYKÖY ÇARŞI VE
PAZARI #

Dalım oğul, balım kız,
Sizlere bu kez de 1960ların ünlü,
zengin ve renkli Sarayköy
çarşısını, daha doğrusu cumartesi
pazarlarını anlatacağım. 
Çarşımızda ne yoktu ki; dondurmacılar, sucular, şerbetçiler, profesyonel
yankesiciler, üçkağıtçılar, nanayağcılar, dürbüncüler, destancılar, şarkı sözü satanlar, elek-kalbur satan romanlar, şapkasıyla güreşen Uyanıklı Aliler, sirk çadırları ve özel tiyatrolar.

Bütün hafta çalışır cumartesinin
gelmesini dört gözle beklerdik.
Haftalığımızı alır, filinta gibi
giyinir çarşıya inerdik. Köfteci
İsmail de karnımızı tıka basa
doyurduktan sonra 5 kr verip bir
güzel tartılırdık. Ne kadar fazla
gelirsek o kadar sevinirdik. 

Eski Belediyenin önünde dondurmacılar sırayla dizilmiş müşteri beklerdi. Bağırış çağırışları taaa uzaklardan  duyulurdu.  

"Dondurmam gaymaak, gelinim oynaak." 
"Baylar, bayanlar, merdivandan gayanlar." 
"Gaymaak dondurmaam, mini mini
hanımlara , sevdalı beylere
parasını almadan doldurmam." 

Diye hem kendi eksenleri etrafında
dönerek oynarlar, hem de nazik bir
şekilde dondurma satarlardı.
Şimdiki gibi makine yapımı değildi
onlar. Bir fıçının içinde buz ve
tuz, onun içinde de bol sütlü
dondurma vardı. Onu 360 derece
devamlı döndürür, kendileri de
dönerdi. Gerçekten bu iş göbek de
eritirdi. Bizim Fikri bazen
buzhanede çalışır, bazen de
dondurmacıya yardım ederdi. Beni
görür görmez, "Memedime iyi soğuk
yerinden verin." derdi, sanki
sıcağı da varmış gibi. 

Gazoz da satardı dondurmacılar. "Aaabeem bide gazoz içiveee gaari, 32 dişine keman çaldırmazsa para almam!"
Gazozları normal açmazlardı.
Marangoz bıçkısı, ya da testere ile
alttan hızla vurarak açarlardı. 
"gümmm, paaat" diye muazzam ses
çıkarırdı. Bir keresinde kapağı
Sivri Mustabeying oğlu Hacı
Hasanıng gözüne geldi de 3 gün
dünyasını göremedi zavallıcık.

Dalım oğul, balım kız,
Sucular ellerinde çıngıraklarıyla
dolaşır aynı bardak dan herkeze su
satarlardı. "Şimdiki gibi naylon
bardaklar mı vardı ki." Bardağı 5
kr suya gel abee, suyaaa! "Buldan
baştatlı, Horsunlu suyu!" diye
bağırarak. Günahları boynuna ama,
çoğu halis Sarayköy çeşme suyuydu.
Nerden gidip getireceklerdi ki ?
Buldan 17, Horsunlu 40 km uzakta.
Sucuların hiç bitmeyen çıngırakları
akşama kadar sürerdi.

Şerbetçiler daha renkliydi.
Buldanlı bir şerbetçi extra şişman
Memedaa vardı. Koskoca gümüşi bir güğümü sırtına yüklerek bağlar  "şeebeet, içivee Memeet." Diye bütün gün bağırırdı elindeki bardakları birbirine vurarak. 
Bir gün "Sen benim adımı nerden biliyorsun?" dedim. Ukalaaca, " Ben bilirin" dedi. "Adıng Memed olduğu içün, bu sefer sene bedafe. Baak, gelcek hafteye 10 kaymengi alırın haaa!" dedi.

Dalım oğul, balım kız,
O yılların yankesicileri bile profesyoneldi. Az paraya tenezzül bile etmezlerdi. Cüzdan kat kat ve bir de fiyakalı olacaktı. Bunlar Sarayköy dışından gelirlerdi. İyi organizeydiler. Şimdikiler gibi az buçuk şeye rağbet etmezler, deveyi hamuduyla götürürlerdi. Yakalandıkları zaman da ser verip sır vermezlerdi. Polis Kuzudan iyi sopa yerlerdi. Ama ağlayıp sızlayana parasını geri verirlerdi. Atıverirlerdi gizlice. 

Çarşının kalabalık köşesine kurulmuş üçkağıtçılar da üç yüzük altında tek bilya saklar ve "bulgareyii, al pareyii." Derlerdi. Yenilmeye başladıklarında da hemen adamı kovarlardı.

Gelelim nanayağcılaraaa. Bunlar mis, esans satarlardı. Karakedi, ıtır, sabırtaşı, gözyaşı, zambak, yedi kardeş kanı, karafatma, gül ve daha neler. İsimlerini bir çırpıda sayar, en pahalısı ve kalitelisinden birkaç mg enjeksiyona doldurur " Dünyanıng malı düngyaada galır, hayvanlar goglaşa goglaşa, insanlar gonuşa gonuşa angleşiii aaakıdeşş." Fıs, fıs, fıs, diyerek üzerine fışkırtır. Satın almak istediğin zaman da en ucuzundan küçücük bir şişeye birkaç damla doldurarak seni ayakta uyutur.

Dürbüncüler ise; çarşının girişine yayılır ilk gelenleri avlamak için. Bu alet gerçek bir dürbün değildi. İçindeki küçücük filmleri büyüterek gösteren bir sinematek aletiydi. Biz dürbün derdik. Meşhuuur bir Arap hoca vardı dostumuz. İşte o, bu işi yapardı. Bir gece bizde kalır, etrafına toplanırdık. Meddah gibi bize komik hikayeler anlatır saatlerce güldürürdü. Yollarını dört gözle beklerdik. Bugün bile haala anlattıkları capcanlı belleğimdedir. Ertesi sabah babama, "Ramazan rahat ettim. Al şu iki buçuk lirayı." Diyerek hoşnutluğunu belirtir, üzerinde İnönü nün tek resmi olan parayı verirdi. Bundan dolayı biz sinemateki izlediğimizde para vermezdik. İçindeki filmleri ezberden tek tek sayardı. " Bak vatandaş görüyorsung cıbıldakcıbıldak garılaarı, üsdüne bi şey keymiş, onun da yok yarılaarı." Aslında hiç çıplak değildi bunlar ama, onun ki reklamdı. Bizim Hüseyin göreceğim diye küçük dilini yutar, heyecanla bakardı. Arap hoca devamla, " Megge, Medina, İslambol, filler, gergedanlar, aslanlar,sırtlanlar, gelyollar,gidyollar." Deyip sonuna doğru gelirken " Tırrr tırsızzz olursa 10 kr, tırrrr tırrrlı olursaa 15 kr " der ve olanca sesiyle, "tıırrrrrrrrrrr!" diye bağırır ve kelaynaklar gibi çırpınırdı. 10 kr luk şey saniyede otomatikman 15 kr oluverirdi. 
Bunun yanı sıra yüzükler, bilezikler, Atatürk ve arkadaşlarının siyah-beyaz posterlerini satardı. Çok istisnai bir insandı o.

Dalım oğul, balım kız,
Bizim destancılarımız vardı. Bunlar ülke çapında geçmiş acı ve tatlı olayları şiire dökerek yazılmış kağıtları yanık sesleriyle ahenkli bir şekilde okuyarak insanları hem duygulandırır hem de güldürürlerdi. Üzerinde fiyatı değil de hediyesi 25 kr yazardı. İyi ki bazı sayfaları saklamışım. Size bunlardan bir tatlı, bir de acı bir olayı örnek vereyim : 
Örneğin; Erzincan depremini anlatan bir destan.
"Erzincan duman oldu,
Halimiz yaman oldu,
Yarimi kaybedeli,
Bir hayli zaman oldu."

Diğerine örnek ise ;

"Mini etek çıkacak,
Gençler ona bakacak,
Evlenmeyin bekarlar,
Naylon kızlar çıkacak."

Destanlar son derece lirik, öğretici ve manidardı. Aslında onda anlatılan halkdı, bizlerdik. Fakir, zengin ve ülke sorunlarıydı. 

Televizyon nedir bilmezdik. Radyo da varlıklı evlerde vardı ama, mutluluk diz boyuydu. Önce insan, sonra para gelirdi şimdikinin tam aksine. Bugün, aynı binada yaşayıp da katlardaki komşusunun adını sanını bilmeyen, öldüğünü bile duymayan çoook "Et beyinli muşmulalar," selam vermemek için yolunu değiştiren sözüm ona " Angut kuşları." Var. Kahrolası, batasıca Batı, para ve Milli değerlerden hızla uzaklaşmamız bizi bu durumlara düşürdü.

Şarkı sözü satanlar da birkaç yapraktan ibaret olan kağıtları yere sermiş yanık sesleriyle Nuri Sesigüzel, Muzaffer Akgün, Nezahat Bayram, Ülkü Beşgül, Muazzez Türing, Turhan Karabulut, Zeki Müren, Saime Sanay, Hamiyyet Yüceses, Hafız Burhan ve daha adlarını zikredemediğim yüzlerce sanatcının eserlerini söylerler. Ayrıca hediyesi (!?) elli kr a satarlardı.
"Halimeyi samanlıkta bastılar,
Şalvarını güldalına astılar,
Düğmeleri teker teker kestiler,
Aman Halimem, canım Halimem."

Bir de Sesigüzelden ;
"Sular akar arkın arkın,
Felek döndürmüyor çarkın,
Bu dünyada evim barkım,
Vardır diyen yalan söyler."

Dalım oğul, balım kız, İşte o günler böyleydi. Gelecek satırlarda buluşmak üzere Allaha ısmarladık.

MEHMET ÇEVİK
Uluslararası Tur Rehberi

Hiç yorum yok: