19 Şubat 2022 Cumartesi

Sarayköyde Pamuk Tarlalarından öykü tadında söylemler - 1 / Hasan Kallimci

Sabahın serinliğinde, uykulara doyamamış gözlerle tatar arabalarına yerleşirdik. Tatar arabalarına bizde “taş arabası” adı verilmişti. 
Traktörün tek tük göründüğü o yıllarda taş arabaları çiftçinin en büyük yardımcısıydı. 

Amele taşımak, pamuğu tarladan eve götürmek hep taş arabaları ile yapılırdı. Dört tahta tekerin dördü de demir şeritle kaplı, takur tukur yol alan, kalın tahtalardan yapılmış bu arabayı bir çift beygir çekerdi. İki santim yüksekliğindeki bir taşın üstünden geçerken sarsılır, üç santimlik çukura girip çıksa yine sarsılırdı. 

Ev ile tarla arasındaki birkaç kilometrelik yolda, o bitip tükenmeyen sarsıntılarda insanın içi dışına çıkacak gibi olurdu. 

Akşamdan törpülenerek yüzleri keskinleştirilmiş ve saplarının madenî kısımları taşıyan bölümleri suda ıslatılarak kabartılmış çapalar, içi su dolu testi, yanlarında ekmek çıkınları ile ameleler taş arabalarda yerlerini alırlardı. 

Her amele grubunun yanında bir de darbuka bulunurdu, tarladaki sıkıntılı anlarda çalıp söylemek, eğlenmek, oynamak, yorgunluğu atmak için…

Mahallede hayat gün doğmadan başlardı. Nal sesleri, araba tıkırtıları, motor gürültüleri; çiftçilerin önceden söz vermiş komşularını çağırışlar: 

“Hadi gari, geliverin!” Üstlüklü peştamallı kadınlar, geniş ve uzun etek giymiş kızlar arabalara doluşurlar. Haydi tarlaya!...
Sabah yedi buçuk sularında ameleler tarlaya varmış olurlar. 

Ekmek çıkınları ile su dolu testi, bir ağacın gölgesine bırakılır. Bir gün evvelki yorgunluktan eser kalmamıştır. Bir taze güne başlamanın, altı lira daha kazanmanın heyecanı yaşanmaktadır. 

Saat dokuza kadar çapa yapılır. Sonra yarım saatlik bir molada çıkınlar açılır, karınlar, “kuşluk yemeğinde” doyurulur; saat 13.00’e kadar sürecek tempolu bir çalışmanın nefeslenmesi yapılır. Saat 13.00’te Büyük Menderes kenarındaki dokuma fabrikasının borusu öttüğünde iki saatlik bir istirahatı daha hak ettiğini anlayan kadınlar-kızlar, gölgeye, toprağın üzerine atarlar kendilerini. 

Bir buçuk saatlik uyku için, toprak, o yorgunluktaki kişiye kuş tüyü bir yataktan daha yumuşak gelir. Uykudan sonra ortaya serilen çıkınların çevresinde toplanılarak yenen yemek ve çapanın sapını yeniden tutarak 17.30’a kadar devam edecek yeni bir çalışma… 

Yine arabalara doluşarak geriye, eve, bir altı lira daha kazanmış olmanın mutluluğu ile dönüş…

Altı lira yevmiye, çiftçiye çok, ameleye az gelir. Çapacıya çok ihtiyaç olduğu zamanlarda yevmiyenin yedi liraya çıktığı da duyulurdu. Böyle zamanlarda kadınlar, daha fazla kazanmak için yanlarında 10-11 yaşlarındaki çocuklarını da götürürlerdi tarlaya; onlar da akşama kadar pamuk çapalar, para kazanırlardı. İnsana ihtiyaç var ya, çiftçi ses çıkarmazdı çocuklara.

Çiftçi, amelenin altı günlük ücretini Cumartesi sabahı ev ev dolaşarak dağıtırdı. Cumartesi günleri para dağıtılmasının sebebi, ilçede o gün pazar kurulmasındandı. 

Parayı alan aileler hem yiyecek alır hem de seyyar tuhafiyecilerden ve zücaciyecilerden ev ve çeyiz ihtiyaçlarını temin ederlerdi. Alışverişlerde geçen haftadan kalan borç varsa verilir, yeni alınanların ücreti de borç hanesine yazdırılırdı.

Çiftçiler, Çınarlı Kahve’de toplanmışlardı bir seferinde, hatırlıyorum. “Kadınlar çapayı çoluk çocuğun maskarası ettiler. Yevmiyeyi altı liradan verelim.” diye kararlaştırmışlar. Yevmiyeleri yedi liradan almayı bekleyen komşular, altı liradan hesap görülünce çok kızdılar, çok ilendiler1 fakat ertesi gün yine gittiler çapaya, altı liralar kazanmak için.

Bir tarlada pamuk çapalayan işçi grubuna “baharna” denir. Pamuk bitkisini çapalama işi, “çapa yapmak” şeklinde ifade edilir. Çapa yapanlar, tarlanın bir başında yan yana durarak işe başlarlar. “Enere durmak”tır bu. O sıralanış ile tarlanın öteki başına kadar pamuğun çapalanarak gidilmesi “enere çıkmak”tır. 

Pamuk bitkisinin dibindeki toprak havalandırılır; fidenin dibi taze toprakla doldurulur. Topalak, kanyaşı gibi bitkiler kökünden sökülür. İyi bir çapacı, pamuk çapasını bu şekilde yapar.

Bazı açıkgözler vardır ki “on dört çapası” yaparlar. “On dört”, “onu da ört” ifadesinin kısaltılmışıdır. Pamuk fidanının çevresindeki toprağı temizlemek, yeni toprak çekerek beslemek, otları temizlemek zor iştir. Kolayı, öteden, çapa ile toprak çekerek otun üstünü örtüvermektir. Böyle hileli çapa yapanın arkasından bakıldığında, otlar örtüldüğü için iyi çapa yapılmış gibi görünür fakat iki gün sonra o örtülü otlar, kuruyan toprağı iteleyip gün ışığına çıktıklarında hile ortaya çıkar.
Tarla kıyıları diğer taraflara nazaran çok otludur, her bir çapacı o yana durup çapa yapmak istemez. 

Amele topluluğu çapa yapmak için enere durduğunda, tarla kenarlarından tarafa “göcer” denir. O kenar çok otlu olduğundan, göcerde çapa yapan kişi arkadaşlarından geride kalır. Diğerleri ona takılırlar:

“Ener dolaştı,
Göcer b.ka bulaştı!”

Mayıs ve haziran ayları, pamuk çapasının yapıldığı aylardır. Güneş inadına yakar, sıcak çekilmez olur. Gölgeye bırakılmış testilerdeki sular ılır. 
Çapacı ne yapsın? Susuzluğunu o ılık su ile gidermeye, serinlemeye çalışır.
Sıcaktan bunalan iki kadın, ağrıyan belleriyle ayakta durmakta zorlanırlar. Bu sebeple uzun çapa saplarını baston yaparak dayanırlar ve karşılıklı olarak şu kısa söyleşiyi yaparlar:

-Ocağa ne koydun?
-Börülce.
-Altına ne soktun?
-Hılız.
-Üf de yansın!
-Üf, üf! Es Haydar es! Kızımı sana vereceğim.

Gülüşmeler vücutları değil amma yorgun gönülleri biraz olsun serinletir. Yine sıcağın bunalttığı bir zamanda, bir başka kadın, serinliğe hasretini şöyle dile getirir:

-Estir Allah’ım, estir!
Gençlere Gandi’den fistan kestir,
Koca karıları arığın içine bastır.

Yaşı biraz ilerlemiş olanlar homurdanır, gençler gülüşürler. 

Bu serinlik arzusunu dile getiren iki söyleyişteki, “Haydar” kavramı ile “Gandi’den fistan kestirme” ifadesi üzerinde durmaya değer. 

Haydar, Hz. Ali’ye verilen ad olup, yaşanan sıkıntı anında ondan medet umulmaktadır. 1950’li yıllarda, “gandi fistan” moda olmuştur. İpek ve naylon karışımı bu kumaş, bilhassa varlıklı bayanların düğün ve derneklerdeki giyimlerinde kullanılmıştır.

Hiç yorum yok: