26 Ocak 2012 Perşembe

DENİZLİ ANONİM HALK EDEBİYATI / BURCU ALKAN

DENİZLİ ANONİM HALK EDEBİYATI

DENiZLi EFSANELERi
Ege’nin doğusu, orta Anadolu’nun batısı, inişli çıkışlı geniş bir yayladır. Bu yaylalar da tüm yeşile boyanmış öyle bir şehir var ki “Denizli” derler. Eskiden “Ladik” de derlerdi. Bu isim şehrin 6 kilometre kuzeyinde bugün yıkıntılarına rastlanan eski Roma şehri Laodikya’dan geliyordu.
Denizli adının, Selçuklular devrinden, burada bir şehir kuran Tonguzlu Türken oymağından geldiğini, bu adın zamanla Tonuzlu, derken Denizli olduğunu tarihçilerimiz söyler. Büyük Türk coğrafyacısı Katip Çelebi, suların çokluğu ve gürlüğü sebebiyle, şehre Denizli adının verildiğini de ekler.
Şehrin adı efsanelerin gür kaynağında bir başka anlamda dile gelir. Denizli’nin bulunduğu ovalar, yaylalar, Anadolu’nun bir iç deniziymiş bir zamanlar. Deniz kıyısındaki fakir bir balıkçı kulübe­sinde yaşlı bir anayla toy oğlu yaşarmış. Çocuk balığa çıkar, ana da kulübesinden onun yolunu gözler, dönüşüne kadar gönülcüğü rahatlamazmış. Bir kış ünü oğul yine ağını almış, atlamış kayığa, çıkmış balığa. Derken, bir çatırtı, bir patırdı. Dalgalar kudurmuş, gök yarılmış. Bir fırtına, bir fırtına ki, küçücük kayık balıkçıyla berber alabora oluvermiş. Oluş o oluş, gidiş o gidiş. Oğul acısıyla yüreği yanan yaşlı ana dizlerini dövmüş, içinden boşalan alevle ah etmiş.

Üstün dağ taş
Altın ataş
Olasın Deniz…
Ataşla taş arasında
Kalasın deniz…

Senin yüreğin benim gibi yansın
Dumanın çıksın, suyun kaynasın!..

Ana ahı bu… Bir de ne görsünler, koca deniz yerin dibine çekilivermiş. Altı ateş, üstü taş!..Yer yer sıcak sular kaynamaya, buharlar çıkmaya başlamış. Buraya kurulan şehre de, bundan böyle “Denizli” demişler.

Bugün Denizli’nin batısındaki “Kızıldere” sırtlarında 300 metre derinden fışkıran su buharları, bir ananın gönül iniltileri kadar yakıcıdır. Bölgenin kaplıcaları, sıcak suları da öyle. Bu suların en güzeli Pamukkale’dir.

Kutsal şehir anlamına gelen ve eski adıyla Hierapolis olan Pamukkale, Denizli’nin 21 kilometre kuzeyinde Çökelez dağları eteklerindedir. Bu dağlardan sızan sıcak, gazlı sular içindeki kirecin travertenlerde çökmesiyle kayaları beyaza boyar. Ak pak bir gelin, bir pamuk prenses gibi Dertlilere şifa verir, güzellere güzellik katar bu sular. Bir de hikayesi vardır, anlatmadan edemezler(Önder, 1993:130;131).

DENİZLİ HİKAYELERİ

Oduncu kızının Hikayesi
Bir zamanlar, buralarda yasayan fakir bir oduncunun çirkin bir kızı varmış. Kızcağız, fakirliğine pek aldırış etmiyormuş ama çirkinliğinden çok utanıyormuş. Evlenme çağı geldiği halde hiçbir isteyeni de çıkmamış. Kızcağız:

- Olmaz, demiş. Böyle yaşayacağıma, yaşamam daha iyi!
Bir sabah erken, çıkmış Çökelez Dağı'na, atmış kendini uçuruma.
O sabah, Denizli Beyinin oğlu ava çıkmış. Yolu buralara düşmüş. Tepeden aşağı bakınca, bir de ne görsün, kayalardan sızan sıcak suların biriktiği bir gölcüğün kıyısında ay parçası gibi güzel bir kızın cesedi durur. Koşmuş aşağı, kucaklamış kızı, kalbini dinlemiş. Baygın ama yaşıyor! Almış atının terkisine, sürmüş dörtnala sarayına. Hikâyenin bundan sonrası kırk gün, kırk gece süren mutlu bir düğünle sonuçlanır. Düğünün bahtlı gelini de çirkinliğine dayanamayıp, canına kıymak isteyen fakir oduncunu ki Pamukkale'nin şifalı suları, onun çirkinliğini silip götürmüş, güzellikte eşsiz bir pamuk prenses yaratmış.Bu olaydan sonra kadınlar güzelleşmek için bu ılıcaları ziyaret etmeye başlamışlar. ve O günden bu güne güzelleşmek isteyen tüm kadınlar bu suyun içine kendini atar.Tarihçiler, Pamukkale'deki Hiera şehri demek olan Hierapolis'in Milât'tan 190 yıl önce kurulduğunu, bu şehre Misya Kralı Telefos'un karisi güzel Hiera'nin adının verildiğini söylerler(Önder, 1993:131;132).

DENiZLi DESTANLARI

DENİZLİ’NİN KIZ EVLİYASI
Türklerin haçlı seferleri sırasında, yurt uğrunda gösterdikleri yiğitlikler savaş destanlarıyla süslüdür. Haçlılarla yapılan çatışmalarda, Selçuklu Sultanı Birinci Mesud’un öncü birliklerine, Denizli Türkmen oymaklarından Fatma Yıldız Hatun adlı kız da katılmıştır. En namlı yiğitlerden daha çevik ata binen, ok atan, kılıç sallayan bu kız, Haçlılar’ın Anadolu’ya üşüştükleri yıllar, bütün Türkmen oymaklarını ayaklandırarak çevresinde toplamış, onlarla birlikte Selçuklu ordusuna katılmış, yapılan savaşlarda büyük yararlıklar göstermiştir. Tarihçilerin Türk Jean D’Arc’i adını verdikleri Fatma Yıldız Hatun’un kahramanlıkları, bugün Denizli çevresinde dillere destandır. Ona Kız Evliya ‘da derler.

Selçukluların son yıllarda İnançoğulları Beyliği’nin merkezi olan Denizli, daha sonra Germiyanogullari idaresine geçmiştir. O zaman Lâdik adıyla tanınan Denizli, Kütahya'da oturan Germiyanoglu Süleyman Sah'ın sayfiye şehri olmuş, Süleyman Sah, 1381'de, kızı Devlet Hatun'u Yıldırım Beyazıt'a nikâhladığı zaman, Denizli ve çevresini de düğün hediyesi olarak Osmanlılara vermiştir. Böylece Osmanlı egemenliği altına giren Denizli, bir sanat ve kültür şehri olarak gelişmiş, tarihî eserlerle süslenmiştir.

Denizli'de gül, bir başka güldür. Kokusu ve rengiyle Denizli'ye has olan bu güle "Bahtiyarı" derler. Tek bir daldan, yedi kere, irice açan bu gülü yetiştirenler mutlu sayılırlar.

Söylentilere göre, bir zamanlar Denizli Beyi'nin sarayındaki hasbahçede bahçıvan olan Bahtiyar, beyin fidan boylu, gül endamlı güzeller güzeli kızına tutulmuş. Muradına eremeyince de, yüreğinin ateşini güllerinin rengine, aşkının alevini de kokularına asılamış. Bunlar solmasın diye, gece gündüz, özene bezene güllerini dört mevsim açtırmış. Her mevsim de taze tutmuştur. Bahtiyar murada erememiş ama ondan sonra Bahtiyar gibi yetiştirenler muratlanmış, evinde bu gülü bulunduranların oğlu varsa evlenmiş, kızı varsa koca bulmuş. Bu inanç Denizli'de geleneksel gül eğlenceleriyle sürmüş, gül demetlerinin çevresinde kızlar halay çekerken, erkekler zeybek oynamışlardır(önder, 1993:132;133).

DENiZLi FIKRALARI

Fıkra: Siyasi ve aktüel konular üstüne yazılmış genellikle gazete ve dergilerde yayınlanan kısa yazı türü ve halk kültürünü ürünlerindendir. Kısa ve yoğun ifade taşıyan güldürücü fıkralar, bir düşünceye örnek göstermek, herhangi bir durumu açıklamak veya sadece eğlendirmek için halk arasında sık sık anlatılmaktadır. Sözlü gelenekte bu fıkralar çok zengin bir şekilde yaşamaktadır. Fıkralarda tarihi şahsiyetler ile tarihe mal olmuş fıkracılar ve padişahlar ele alınır. (İncili Çavuş, Fitnat Hanım, Bekri Mustafa, Nasreddin Hoca, Koca Ragıp Paşa gibi.)

Belli şahıslara bağlanmayan fıkralar arasında, Karı-Koca, Uşak-Efendi, Zengin-Fakir, Padişah-Köylü, Erkek-Kadın, fıkraları ile açık-saçık fıkralar yer alır. Fıkralar Türk edebiyatında, Tanzimat devrinden sonra görülmeye başlamıştır.
Fıkralar bir olayı, bir mevzuyu kısa olarak anlatmak için bugün basında, günlük yaşantılarımızda daha belirgin bir şekilde kullanılmaktadır ki, bunlardan Denizli ve yöresine ait bazı fıkralardan bir örnek aşağıda verilmiştir(Kaptan,1988:108).

“MADEM ÖYLE”
Belediye otobüsü sardalya kutusu misali tıklım tıklım dolmuştu. Şoför :
-Yürüyelim beyler, yürüyelim, diye bağırdı.
Yorgunluktan ayakta duracak hali kalmamış, Belediye Başkan Yardımcısı Kamuran Küçüka, espiriyi patlattı:
-Madem yürüyecektik, niçin bindik ötübüse(Kaptan,1988:109).

DENİZLİ MANILERI
Manilerimiz sözlü kültürümüzün en çok kullanılan ürünlerinden biridir. Birine takılmak istendiğinde maniye başvurmuş halkımız. Hoşuna giden bir olayda ve çok sevdiği vakitler maniyle bu sevincini belitmiş. Gün olmuş bu maniler aynı tema üstüne üç ve dört kıta olunca türküye dönüşmüş, sazın diline dönüşmüş, kendi yaktığı Türkiye yakıp oynamış maninin asıl sahibi olan köylümüz, kentlimiz, çobanımız, çifçimiz.
Gün gelmiş tütün işkemek, tütün çabası, tütün dizmek zor gelmiş, maniyi yakmış elleri kınalı ninelerimiz:

Tütünü dizesim geldi
Bitirip gezesim geldi
Kör olsun acı tütün
Seni ezesim geldi.(Oğuz)

“Manilerimiz Türkün gönül eğlencesidir” diye yazıyor Fethiye Manileri isimli araştırma kitabında. Manilerimiz daha çok ayrılık, gurbet, acılar, yolculuklar, tasalar, sıkıntılar ve sevda üstüne söylenmiştir. Hani ünlü manimizde dediği gibi(Makal,2005:1):

Şu dağlar olmasaydı
Çiçeği solmasaydı
Ölüm Allahın emri
Ayrılık olmasaydı.

Denizli manilerinden birkaç örnek:

(1) Ak üzüm parmak gibi
Kız yüzün kaymak gibi
Beni senden ayıran
Kurusun yaprak gibi.

(2) Ayağında babuç yok
Sofrasında havuç yok
İftar verin yetime
Bilin ki sevabı yok.(Ramazan manisi)

(3) Sarı zıbın geyip gider
Niyendesini sayıp gider
Anası evini beğenmemiş
Kocam evi deyip gider.
Git gelinim sağlıkla
Sil gözünü sağlıkla.(Gelin okşaması)

DENİZLİ ATASÖZLERİ VE DEYİMLERİ
Atasözü bir fikri, bir ögüdü mecaz yolu ile kısaca ve kesin olarak anlatan sözlerdir. Atasözleri ve deyimleri söyleyeni belli değildir.

Atasözüne eski eserlerde, “Darb-ı Mesel” veya “Mesel” denir. Yaşlılarımız örnek vereceklerinde “Sana bir Mesel anlatayım” derlerdi. Burada mesel ders alınacak çok kısa hikayeciklerdir.

Birbirinin ikiz kardeşi gibi algılanan atasözlerimiz ve deyimlerimizle ilgili belli başlı eski eserleri saymamızda fayda vardır. Bunlar;

Durub-i Emsal-i Osmaniye........Şinasi

Durub-i Emsal-i Osmaniye……..Ebbuziya

Müntehabat-ı Durub-i Emsal-i Türkiyye……..A. Vefik Paşa

Lehçe-i Osman-i……..A. Vefik Paşa

Atalar Sözü……..Velet İzbudak

Atasözü ve deyimlerimizin genellikle mizahı ve ibret alınacak yönleri bulunur. Bir bölümü tarihsel olaylara dayanır. Ayrıca bir masala, bir efsaneye yakıştırma olan, insanları güldüren, güldürürken düşündüren, güzel sözlerdir atasözü ve deyimlerimiz(Makal,2003:3).

Denizli atasözlerinden ve deyimlerinden birkaç örnek:

Avcı ne kadar tuzak bilse, tilki de o kadar yolak bilir.

(Tilki çok kurnazdır, kolay kolay faka basmaz.)

Bir bildik, bin yaddan iyidir.

(Bir yerde tanıdığımız olması ne kadar iyidir.)

Kulağını altına alıp yatmak.

(Dışarıdan gelen sesleri duymak istemiyor.)

Kuş gördüğü yuvayı yapar.

(Herkes anadan, atadan gördüğünü yapar.)

DENİZLİ TÜRKÜLERİ

Halkımız, sevisini, nefretini, özlemini, acısını türkülerle dile getirir. Türküler genelde Anadolu halkının duygu yüklü hikayeleridir. Onlarda sosyal hayatın bütün olaylarını buluruz. Düğünlerde, törenlerde, eğlencelerde, yolculuklarda, tarım tarlalarında otururken, çalışırken, keyifli ve üzüntülü günlerde söyleriz türkülerimizi.
Denizlinin muhtelif bölgelerinden derlenen türküleri konularına göre, aşağıdaki gibi sınıflandırabiliriz.

Yakım türküleri,

Düğün, tören türküleri,
Ziyafet, oyun türküleri,
Güzellemeler,
Eşkıya türküleri,
Uygulamalı türküler,
Teke türküleri,
Diyaloglu türküler,
Gurbet türküleri,

Koşmalar,

Avşar beyleri,

Aşk türküleri.
Denizli ve çevresinde türküler, hecenin her kalıbı ile söylenir. Yediliden başlayarak, on altıya kadar hecenin her kalıbında türkülere rastlanır. Bununla birlikte en fazla kullanılanlar yedili, on birli ve on ikili hece ölçüsündedir. Türküler kuruluşları itibariyle de beş gruba ayrılır.

Mani kıtalarından kurulu türküler
Dörtlüklerle kurulu ve dördüncü mısraları “kavuştak” olan türküler

Bendleri dörtlük, kavuştağı iki mısralı olan türküler

Beyitlerden kurulu türküler

Bendleri de, kavuştakları da iki mısralı türküler(Kaptan, 1988:147).

DENIZLI AĞITLARI
Bir ölünün ardından, onu yücelten ve belli bir makam ile okunan şiir ve mersiyelere “Ağıt” denilmektedir. Toplum üzerinde büyük etkisi olan kişilerin ardından veya büyük felaket ve kayıplardan sonra söylenen belirli makamlı sözlerden olan ağıt(yas) söylenmektedir. Ağıt söylemenin Anadolu’da ve yöremizde belli kaideleri vardır. Bu kaideler çeşitli bölgelere göre değişikliklerde gösterir. Bazı bölgelerde ağıt töreni, ölenin başucunda yapılır. Kadınlar sırayla ve tek tek ağıtlarını söylerler. Sonra hep birlikte yanar, yakınır ve dövünürler. Ağıtı daha çok kadınlar söyler ve yakarlar.

Örnek:
Anam seni nasıl goyem topurağa,
Çürütceymin, tezeciğde yapırağı,
Gıyıtmeyyon seni ben ay anama,
Aldırdım ak tıpanım elimden(Kaptan, 1988:94;95).

**********

http://www.scribd.com/doc/6694438/HALK-BL1
DENİZLİ ( BURCU ALKAN )

Hiç yorum yok: